30 Aralık 2014 Salı

Yeğen evlenince uçaklar bile kalkmaz.....

Günlerim çok monoton geçiyor diye hayıflanıyordum yaa, al sana macera dercesine bir hafta yaşadım..Nereden başlayayım,nasıl kısaltayım bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki asla unutamayacağım maceralı bir hafta geçirdiğim.

     Yeğeninim düğünü için memlekete gitmekle başladı hafta.Oğlan tarafı Antepli olduğu için hem Ünye'de hem de Antep'te düğün yapılacak.Bizim tarafta düğün sorunsuz geçti,olması gerektiği gibi neşeli ama biraz da hüzünlü.Hafta sonundaki oğlan düğünü için cuma sabahı Samsun'dan uçakla Antep'gideceğiz.Direk uçuş olmadığı için Ankara aktarmalı gideceğiz.Gelin,damat,ben,gelinin kız kardeşi,damadın annesi,babası ve abisi olmak üzere toplam yedi kişiyiz.Ankara'ya sorunsuz geldik.Antep uçağının kalkmasına daha bir saatten fazla var.Eh oyalanabiliriz vakit var nasılsa diyerek lavaboya girdik ,sohbet ettik felan derken yarım saat geçti.Damadın aklına uçuş kartlarını kontrol etmek geldi .Ben verdim bizim kartları ama onların kartları yok, ara tara yok, çantalara bakıldı ceplere  bakıldı yok .Samsun'da eski uçuş kartları diye yanlışlıkla çöpe atmışlar.Panik olduk  nasılsa vaktimiz var diye oyalanmıştık ve uçağın kalkmasına az vakit kalmıştı.Yapılacak tek şey yeniden uçuş kartı almaktı ve damat abisiyle birlikte görevli birilerini bulmaya gitti, benim uçuş kartlarım da onunla gitti.Bekliyoruz bekliyoruz ama ne gelen var ne giden vakit iyice daraldı.Birden arka taraftaki iç hatlar bankosu dikkatimi çekti ,durumumuzu anlattım verin kimliklerinizi tekrar çıkartalım dediler.Nasıl yani bizimkiler boşuna mı gitti şimdi,yirmi dakikadır boşuna mı bekliyoruz. Hemen telefonla durum anlatıldı bizimkilere,kimlikleri alıp gelin buradan halledelim dendi.Koskoca Esenboğa nereye gittilerse bir türlü gelemiyorlar.Artık süre iyice daraldı bizim uçuş kartları yeniden çıktı ve ben,gelin ve gelinin kız kardeşi uçağa binmek için kapıdan geçtik.Onları beklesek uçak kalkacak ve biletimiz yanacaktı.Yedi bilet yerine dört bilet alınsın bari dedik.Dedik ama bizim uçağa yetişip yetişemeyeceğimiz de muamma çünkü uçuş kartında uçağa biniş saati 11.55 bizim saatimiz 12.00. Koş Allah koş 103 numaralı kapıyı bulmalıyız.Ama 103 numaralı kapı en son kapı ve biz 120 ler de filanız, elimizde valizler koşuyoruz.Ama bir yandan da  kendi kendime, Antep uçağı için hiç anons yapılmadı diyorum, kulağım anonsta bütün uçaklara son çağrı yaptılar bizim uçak için ses yok, bir gariplik var bu işte diyorum ama koşmayı da bırakmıyorum.Koşmaktan nefesim kesildi başım döndü ama sonunda geldik 103 numaralı kapıya.Nefesimin normale dönmesini beklerken uçağın yarım saat rötar yaptığını öğrendiğimde boşu boşuna koştuğuma mı üzüleyim,geride kalanların işlerini halledip uçağa yetişecek olmalarına mı sevineyim bilmedim.Sonuç olarak sağ salim eksiksiz bir şekilde uçağa bindik, ohh be dedik ama macera devam ediyormuş meğer......

     Antep'teki ikinci düğünümüzü de sorunsuz hallettikten sonra önceden aldığımız biletlerle pazar sabahı uçakla İstanbul'a dönmek üzere havaalanına doğru yola çıktık .Yoğun bir sis tabakası gökyüzünü kaplamış göz gözü görmüyordu.Bu havada uçaklar nasıl uçacak diye düşündük ama herhangi bir bilgilendirme almadığımız  için de  mecburen havaalanına geldik.Bavulları içeriye verdik bekliyoruz.Uçak şirketleri birbir uçuşlarını iptal ediyor,anonsların biri bitiyor biri başlıyor.Ama bizim pegasustan ses seda yok.Oradaki görevliler ''Bütün şirketler uçuşlarını iptal eder ama Pegasus etmez merak etmeyin''diyor.Bu iyi bir şey mi kötü birşey mi bilemedim ama,merak ve endişeyle beklemeye devam ediyoruz.Sonunda beklenen oldu. Bizim pegasus üç kere havaalanına inmeyi denemiş ama beceremeyince de inişini Adana'ya yapmak zorunda kalmış, sabah ki uçuşumuz da iptal edilmiş Haydaaaaa!! saat sabahın onu ve İstanbul'a ilk uçak akşam onda.Havaalanında kalakalmıştık.Erkek kardeşim ve ben dahil olmak üzere toplam beş kişiyiz, başka bir seçeneğimiz olmadığı için biletimizi akşamki  uçağa transfer ettirdik..Akşama kadar nasıl vakit geçirelim diye düşünürken birden içimizdeki gezgin ruh ortaya çıktı. Antep'teyiz, doğunun Paris'i denilen şehirdeyiz ve dokuz saat bu güzel şehri gezmek için yeter de artar bile dedik ve araç kiralayıp şehir turuna çıktık.Antep gezimiz Meşhur Tahmis kahvesinde menengiç kahvesi içmekle başladı.Soğuk bir hava ama biz Antep'te olduğumuz için mutluyuz.Kardeşim ara ara akıllı telefonundan uçağı kontrol ediyor çünkü yoğun sis durumu hala devam etmekte.Biz keyifli keyifli vakit geçiriyoruz. Antep'te olmamızın gerektirdiği gibi davranıp lahmacunlarımızı yiyip üstüne de fıstıklı baklavalarımızı midemize indiriyoruz derken korktuğumuz başımıza geldi ve akşamki uçağımızda yoğun sis nedeniyle iptal edildi.Artık paniklememiz lazım galiba,Uçak şirketini aradığımızda akşam 19.30 da kesin bir bilgi verileceği ve gerekirse başka bir şehirden uçurabilecekleri söylendi ama bu bizi tatmin etmedi tabii.Hemen B planı hatta C-D planları hazırlamamız lazımdı.Tekrar meşhur tahmis kahvesine geldik ve her zamankinden de kalabalık olduğunu farkettik.Çünkü neredeyse bütün sis mağdurları oradaydı ve kahvenin sahibi de bundan pek memnun gibiydi.

    Artık hava kararmıştı bu gece burada kaldığımız kesindi de acaba yarın sabah uçabilecek miydik işte bundan hiçbirimiz emin değildik.Akşam yemeği için Antep'te olmanın gerekliliğini bir kere daha yerine getirip yöresel yemekler yapan bir yer bulduk.Tabii ki akıllı telefon sayesinde.Yemeklerimizi sipariş edip iştahla midemize indirirken birden garsona dönüp''Antep'te hep böyle sis olur mu?'' diye sordum.''Abla Antep'e sis bir geldi mi bir hafta kalkmaz '' demesin mi.Yemekler boğazıma dizildi sanki,bir hafta diyo ya bir hafta ,biz nerede kalırız bir hafta.Artık iyice paniklemiştim kalbim hızlı hızlı atmaya başladı birden,içeride duramadım dışarı attım kendimi.Bir çare olmalıydı bir hafta burada kalamazdık.Kafa kafaya verip düşünmeye başladık.Aklımıza gelen bütün çareleri gözden geçirdik.Önce otobüsle gitmeyi düşündük.Otobüsle Antep-İstanbul arası 19 saat şimdi bilet alsak yarın öğlene ordayız. Bu hem uçak biletlerimizi yakıp otobüs bileti almamız demek,hem de zaten yarın sabah uçabileceğimizi düşünürsek( Pegasus bize kesin bir bilgi vermediği için öyle umuyoruz)uçakla daha erken İstanbul'a varacağımız için bu seçeneği eledik.Kiraladığımız araçla İstanbul'a gidelim desek aracı Antep'ten kiraladığımız için İstanbul'da bırakırsak dünyanın parasını ödememiz demek, bu seçenekte gitti.Geriye kaldı tek seçenek komşu şehirlerdeki havaalanına biletlerimizi transfer edip oradan uçmak.En yakın Maraş,Adana ve Urfa bu üçünden hangisi buna karar vermemiz gerek.En yakın Maraş ama iklim şartları aynı olduğu için orada da sis vardır endişesi ile Maraş'ı eledik.Adana ve Urfa kaldı geriye.Kiralık araçla gideceğimiz için araç şirketiyle konuşup bu ikisi arasında en ucuz mesafe olan Urfa 'da karar kıldık.Pegasusla konuşup Sabah uçak olup olmadığını ve hava koşullarını öğrendikten sonra ilk uçak olan 7.30 uçağına biletlerimizi transfer ettirdik.Bu arada kavga etmeyi de ihmal etmedik.Son ve kesin kararımız Urfa'ya kiralık araçla gitmek oradan da bir aksilik olmazsa sabah 7.30 uçağıyla evimize dönmek.Ama bir sorun daha var.Bu gece nerede kalınacak.Zaten araca çok para ödeyeceğiz ve sabaha da bir şey kalmadığı için bir gecelik otel parası da vermek işimize gelmiyor onun için ortak kararla arabada uyuklamayı kararlaştırdık.

    Ve saat 22.00 gibi Urfa'ya gitmek için yola koyulduk.Bir saat kadar gitmiştik ki mola vermek için bir dinlenme tesisinde durduk.Namaz kılmak için mescite girdiğimiz de aklımıza burada birkaç saat uyuyabileceğimiz geldi.Mescitte kimsecikler yoktu ve sabah namazına kadar da kimse gelmezdi.En güzeli de beleşti.Halıların üzerine montlarımızdan yastık yapıp uyuduk..Sabaha karşı 03-30 da tekrar yola koyulduk.Bir saat dolmadan Urfa'daydık.Uçak saatimize daha çok vardı ve bizim gezgin ruhumuz tekrar ortaya çıktı  balıklı gölü de ziyaret etmiş olduk.Başka aksilik çıkmadan sağ salim bir gün gecikmeli olsa da evimize geldik.Ama uçak İstanbul'a inmeden kimse maceranın bittiğinden emin olamadı.
   
 Not:olayın üzerinden
iki gün geçti ve aldığımız haberlere göre Antep'te hala yoğun sis var ve tüm uçuşlar iptal..

28 Kasım 2014 Cuma

Kardeşim gelmiş hoşgelmiş.....


 Bundan çok uzun zaman önce daha dokuz yaşındayken halamların beş katlı apartmanın birinci katında oturuyorduk.Halamlar ev sahibi olmanın verdiği vasıfla en üst kattaydılar.Ben iki evin en küçüğü olarak pek seviliyordum.Ya da çocuk aklımla öyle zannediyordum.Annemlere kızdığımda halamlara çıkıyordum.Halamlara kızdığımdaysa anneme kaçıyordum.
 
    Böyle geçen günlerden bir gecesinde ablamla beni apar topar uyandırdılar.''bu gece siz yukarıda uyuyun bakalım '' dediler.''Neden noldu şimdi demeye kalmadan kendimizi halamlarda bulmuştuk.Çocuğuz bir de uykusuzuz pekde sorun etmeden tekrar uykuya dalmıştık  
 
   Uyanıp kendimize geldiğimizde nerede olduğumuzu anlayamadık önce sonra jeton düştü de olayı kavrayabildik.Artık merak etmiştik neden gece yarısı buraya getirildik diye.Merakla aşağıya indik.Ama bir gariplik vardı.Bir kalabalıklık bir koşuşturmaca anlayamadık .Ablama baktım,belki o anlamıştır diye.ama benden iki yaş büyüktü sadece oda olup bitenin farkında değildi.Annemi gördüm sonra yatıyordu .Ama annem bu saatte yatmaz ki hastamı acaba?Yooo!!! hiç hastaya benzemiyor çok mutlu görünüyor.Sonra insanların yüzüne baktım evet onların suratında da kocaman bir gülümseme.Noluyor yaaa meraklanıyoruz artık
 
 Sonra birden kucağıma bir bebek verdi halam. ''Al bak kardeşin oldu''.dedi.Haaa demek biz gece yukarıdayken bu bebek gelmiş.Ama nereden çıktı şimdi bu bebek.Hem de çok çirkin bu,hani ben iki evin en küçüğüydüm.Hani hep beni seviyorlardı.Noldu şimdi, nolacak şimdi.....  kucağımda bebek öyle kalakalmıştım.Yüzüne baktım sonra kıpkırmızı bir surat,simsiyah saçlar ve bana bakan iri bir çift göz''istemiyorum ben kardeş falan ''demek geldi içimden ama dokuz yaşında kocaman bir kıza kıskanmak yakışmazdı biliyordum''.Çok ayıp sus bakiim kıskanmakta neymiş büyüdün sen artık''deyip susturmuştum içimdeki şeytanı
   Ama kıskanmıştım işte ne yalan söyleyeyim.Deli gibi kıskanmışım işte.Ama çok sevdim sonra,hep yanımda olsun istedim.hep kucağımda taşımak istedim.
    33 yıl önce bir 29 kasım sabahında iyi ki geldin.Bunca yıldır hem kardeşim oldun benim, nazımı çektin.Hem ağabeyim oldun ,sırtımı dayadım sana.Arada anlaşamasakda kızsam da sana,seni seviyorum kardeşim.İyi ki doğdun iyi ki varsın ..
     
    DOĞUM GÜNÜN  KUTLU OLSUN .........

12 Kasım 2014 Çarşamba

Eyvah çocuklar büyüdü!!..


    Çocuklar hayatımıza girince ne kadar çabuk değişir hayatımız.Her şeyimizi çocuklara göre uydururuz artık.Yemek saatlerimiz, uyku düzenimiz,kıyafetlerimiz,hatta arkadaş çevremizi bile çocuklarımıza göre düzenleriz.Onların istedikleri yerde yemek yenir.Onların istedikleri filmler seyredilir.Doğrusu bu mudur değil midir? Tartışılır tabii.
  
   Bizde de durum farklı değildi, çocuklara göre yapılıyordu plan ve programlar,yemek menüsü hazırlarken ''Oğluuumm ne pişireyim bugün'' diye sormadığım gün yoktu mesela,onların istediği alışveriş merkezine gidilir ,onların istediği lokantada yemek yenirdi.Ne zaman benim isteklerim olacak?Bu çocuklar ne zaman büyüyecekler? derdim hep.

   Ve o gün geldi, çocuklar büyüdü.Artık onlar  bizden bağımsız oldular, bizimle bağlarını kopardılar desem daha doğru olur.Arkadaşlarıma, eşime, dostuma hep peş peşe çocuk yapmalarını önerirdim.İkisi bir arada büyür, arkadaş olurlar, kıskançlık olmaz derdim.Evet küçükken güzeldi , ikisi bir arada büyüyorlardı....

       İkisi birden büyüdüler gerçekten.İkisi birden uçtular evden.İkisi birden bıraktılar elimi.Sanki hep şikayet ediyordunuz ya çizgi filmlerden ,çocuk dizilerinden, işte TV sizin der gibi odalarına çekiliyorlar. Artık tok geliniyor eve ve artık tanımıyorum arkadaşlarını.Olmuyor be oğlum; sizsiz olmuyor. Alıştık bir kere çizgi film seyretmeye, kalabalık sofralara,AVM lere gittiğimizde oyuncaklı çocuk menülerini almaya,alışverişe çıktığımızda poşetlerden sadece size ait kıyafetlerle eve gelip, biz bir daha ki ay alırız deyip kendimizi avutmaya.


   Evet itiraf ediyorum büyümenizi en çok ben istemiştim.Ama bilemedim büyümeniz demek yuvadan uçmanız demekmiş.Bilemedim büyümeniz demek, hem çocuklu hem çocuksuz aile olmak demekmiş. 

Siz kaç beden pantolon giydiğinizi bilmezsiniz ki,korkarsınız hem yalnız otobüse binmekten,karşıdan karşıya geçerken ''elimi tut anne'' dersiniz ya hep. Hani sorardınız ya bana ''ben bu yemeği seviyor muyum anne ''diye.Ne zaman öğrendiniz bunları oğlum.Ne zaman sizin kanatlarınız çıktı da, benim kanatlarıma ihtiyacınız kalmadı.

   Yaşlanmak bunu mu gerektirir gerçekten?Yalnız kalmak yaşlanmanın kaderi midir?Çok şükür sağlıklı çocuklar, aklı başındalar diyeceğim yerde, bencillik yapmak hakkım mıdır acaba?.Şimdilerde çok boş vaktim var, çocuklarla ilgilenmem gereken sorumluluklarım azaldı ,geriye dönüp baktığımda  özlemle hayal ettiğim günlere gelmişim aslında, ama hayal etmek, hayaline kavuşmaktan daha güzelmiş....

29 Ekim 2014 Çarşamba

Öncesi ve sonrası..



     İnsanların hayatlarında dönüm noktaları olur bazen;hayat birden ikiye ayrılır öncesi ve sonrası diye.İşte benim hayatımda büyük oğlumun anaokuluna başladığı yıl  dostumdan öncesi ve dostumdan sonrası diye ikiye ayrıldı.
     Anaokulu çocuklar için olduğu kadar anneler içinde yeni bir sosyal yaşamın başlangıcıdır. Artık O'nun annesi sıfatını iyiden iyiye hissettiğiniz zamanlardır.Biz de birçok arkadaş edinmiştik oğlumla birlikte.Oğlum çocuklarla arkadaşlık kuruyordu, ben de anneleriyle.Benim gibi çocuklarını ellerinden tutup okula götürüp getiren çok anne vardı etrafımızda ama O kadın dikkatimi çekmişti.Gözlerim her gün O kadını arıyordu,biraz gecikse nerede kaldı acaba diye endişeleniyordum.Onun evi okula daha yakındı ama o kısacık mesafeyi beraber yürümek için oyalanıyordum. Oğlumda O kadının oğlundan çok etkilenmişti, hep Ondan bahsediyor, gün içinde neler yaptıklarını anlatıyordu.Sanki koskoca okulda ikisinden başka öğrenci yoktu.

     Bir gün ''anne''dedi oğlum.''Okulda bir çocuk var , onlar da bizim gibi 14 numarada oturuyorlarmış.Hem de 3. katta gidelim mi onlara ''  Ben kadını sadece şahsen tanıyordum ve evlerine gidecek kadar samimiyet kurmamıştım ,ama evlerine gitmeyi en az oğlum kadar ben de istiyordum.Neden bilmiyorum ama mıknatıs gibi ilahi bir güç tarafından O na doğru çekiliyordum.Oğlumun ısrarlarına ve ilahi çekim gücüne daha fazla dayanamadım ve sadece apartmanı ve 14 numarayı bildiğim evin zilini çaldım ,ev sahibinin onlara gelmek istediğimizden haberi olmadığı için evde yoktu.Şimdi düşünüyorum da hiç tanımadığım bir kadının evine hem de habersiz bir şekilde gidebilir miyim? Bilmiyorum.Oğlumla ben hayal kırıklığı içinde evimize döndük.Yolda giderken yarın okulda gördüğümde randevu almaya karar verdim.

    Ve ertesi gün kararımı uyguladım.Dün oğlumun ısrarını kıramadığım için(benim isteğimin oğlumdan çok olduğundan bahsetmedim ) habersiz bir şekilde evlerine gittiğimi ama evde olmadıklarından bahsettim,çok şaşırdı hem de sevindi,galiba o da beni içten içe takip ediyormuş.Daha fazla yüzsüzlük yapmak istemediğimden bu sefer bizim eve davet ettim.
    Aradan 13 yıl geçmesine rağmen hala dün gibi hatırladığım o gün arkadaşım,bej rengi zemin üzerine kahverengi kareli bir pantolon ve bej rengi bir kazak giymiş olarak bize geldi ve dostluğumuzun temellerini attı.
   O günden beri ne ben O kadından, ne de oğlum oğlundan ayrıldı.Birbirimizi bir gün görmezsek özleriz,sesimizi duymazsak o günümüz eksiktir.Sıkıntımız ortak, mutluluğumuz ortaktır artık.

   Sevgili dostum,kahvaltıda domates yemeyi senden öğrendim,Bir insana sıkı sıkı sarılmayı,her ortamda kahkahayla gülebilmeyi,yüzmeyi senden öğrendim.Çocuklar için nelere katlandığını,zorluklarla mücadele ederken bile nasıl soğukkanlı olduğunu hayretler içinde seyrettim.Az parayla da nasıl şık olunur,nasıl eğlenilir,beraberiz ya mutluyuz gerisi önemli değil deyip etrafımızdaki negatiflikleri pozitife çevirmeyi senden öğrendim.
 
   Gurbette ailemin olmadığını bana hissettirmeyen,her derdim de yanımda olacağını bildiğim,psikolojik danışmanım,sıkıntılı günlerimde omzuna dayanıp ağladığım, bir telefonunla neşelendiğim canım arkadaşım,şu geçen 13 yıla neler sığdırdık seninle.Sıkıntılar,mutluluklar, eğlenceli yaz tatilleri, samimi kahvaltılar,daha neler neler..........

  Bunların hepsi seninle güzeldi....seninle güzel kalacak. İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın.....
   

18 Ekim 2014 Cumartesi

İlk ve son görüşme 2/2


   Hastaneden çıkmadan bir gün önce bebeğimizin artık ağızdan beslenemediğini bu yüzden süt sağıp getirmemize gerek kalmadığını söylediklerinde bile aklıma kötü şey getirmemiştim..Olsun düzelince içer şimdilik serumla idare etsin demiştim. Şimdi düşünüyorum da çok mu kaderciyim ,çok mu gaddarım yoksa sadece soğuk kanlı mıyım bilemedim; o durumda bile gayet sakindim ya da rüya aleminde dolaşıyordum da bu kabusun bitmesini bekliyordum.Kimbilir.....

   Elimiz boş eve geldik.Annem, kayınvalidem, eşim hep birlikte bebekten gelecek güzel haberleri bekliyorduk.Eşim her gün gidiyordu hastaneye ama bebeği göstermiyorlardı ,ağızdan beslenemediği için benim gidip orada boşu boşuna beklememin bir anlamı yoktu.Evde kalıp dinlenmeliyim ki bebek eve gelince ona bir faydam olsun.Bebek anne sütü alamadığı için sütü sağıp lavaboya döküyordum,geri gitmesini istemiyordum çünkü bebeğim eve gelecek ve onu emzirmem gerekecekti. Bu yüzden sağıp lavaboya döküyordum, keşke annesi ölmüş bir bebek bulsaydık ne güzel olurdu..

  O gün annem karşıda oturan teyzemi ziyarete gitmek istedi.''Bugün gideyim yarı dönerim bebek gelince seni bırakamam hazır kayınvaliden de yanında.''.Tamam dedim git ama yarın dön...Annem gitti,iki saat sonra içime bir sızı çöktü, bir nefes kesilmesi,kötü birşey oldu/olacak hissi.Annelere malum olur dedikleri bu olsa gerek.Çok geçmedi eşim aradı ne dedi, nasıl dedi pek duyamadım ama beynimde o iki kelime çınlayıp duruyordu''BEBEĞİMİZİ KAYBETTİK.''...........

   Ama hani eve gelecekti, ben ona çeşit kıyafetler hazırlamıştım hani, daha ismini bile koymamıştık dosdoğru görememiştim bile yüzünü,öpüp koklamamıştım daha .....
.
  Dedim ya soğukkanlıyım diye çabuk toparlandım.Çünkü toparlanmam gerek evde yanlızım birilerine haber vermem gerek(cep telefonları yok malum)eşim defin işlemleri için birkaç tanıdıkla birlikte hastanede, ben evde kayınvalidemle beraberim,Ahh! anne bugün gitmek zorunda mıydın!!.Kayınvlidemle olmam değil sorun,sorun onun okuma-yazma bilmemesi bir iki kişiye özellikle teyzeme haber vermem gerek ki annem onlara gelince haberi alıp geri gelsin.Toparladım kendimi şimdi hatırlayamadığım bir-iki kişiyi aradım ama'' bebeğimizi kaybettim'' diyemedim söylerken kelimeler boğazımda düğümleniyor ağzımdan çıkmıyordu telefonu çevirip kayınvalideme veriyordum.
   
   Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ev birden kalabalıklaştı ama ben eşimi ve annemi bekliyordum onlara sarılıp ağlamak istiyordum.Çok geçmeden geldiler hangisi önce geldi hatırlayamıyorum ama anneme sarılıp ağladığım hatırlıyorum beni bir tek annem anlardı.Çünkü o da benim gibi çocuğunu kaybetmiş bir anneydi......

     O soğukkanlı kadın gitmiş herşeye ağlayan bir kadın gelmişti....Bebek için hazırlanmış kıyafetleri koklayıp ağlıyordum...Yavrularını emziren bir köpek görüp ağlıyordum ...radyoda bir  şarkı sözü duyduğumda ağlıyordum..Etrafımdaki insanlar beni nasıl teselli edeceklerini şaşırmışlardı, çünkü onların söylediği en ufak bir söz beni ağlatmaya yetiyordu.Eşimde kendini zor tutuyordu ama onunda  yeter artık deyip hıçkırıklara boğulduğu anlar oluyordu.....
 
  Sık sık taziyeye insanlar geliyordu.Acımızı paylaşmak istiyorlardı ama beni üzmemek için çok dikkatli davranıyorlardı..Hamile bir komşum hamileliğinden bile utanmıştı ben üzülmeyeyim diye......Ama taziyeye gelen şimdi aramızda olmayan bir büyüğümüzün teselli dolu sözleri beni kendime getirdi...

     '' Geçmiş olsun kızım büyük acı yaşamışsınız ama basit bir apandisit ameliyatı geçirmiş olduğunu düşünmen gerekir .''dedi  Nee basit mi....apandisit mi.... anlamadın galiba ben bebeğimi kaybettim....diye haykırmak geldi içimden,ama büyüğümüz devam etti.''yeni bir ev ya da araba aldığımızda hemen sigorta yaptırırız değil mi? başına bir şey gelince garantimiz olsun diye, işte bu bebekte sizin öbür dünyadaki sigortanız olacak kızım..Cehennemle senin arana girecek ben anneme doyamadım Allah'ım onu ayırma benden diyecek.İşte bunun için apandisit ameliyatı olduğunu düşün kızım''..dedi.Gerçekten öyle midir Allah bilir ama o anda kuş gibi rahatladığımı hissettim ve gerçekten apandisit ameliyatı oldum havasına girdim .Günlerdir çektiğim acı sanki birden uçup gitmişti.

   Aradan geçen yirmi yılda acım dinmedi ,hala kalbimin bir köşesi sızlar ama cennette bir sigortamın olduğuna inanmak bebeğimi her hatırladığımda sızlayan yüreğimin acısını dindirmeye yetiyor.
 
   Teşekkürler Özden Sarıkaya nur içinde yat

16 Ekim 2014 Perşembe

İlk ve son görüşme.1/2


  Evlilik ve gelinlik giymek her genç kızın rüyasıdır.Bizim de bundan yirmi yıl önce rüyamız gerçek oldu.Evliliğimizin ilk günleri İstanbul'a ve birbirimize alışmakla geçti.Ama o müjdeli haberi almamız da gecikmedi.Acaba acele mi oldu, nasıl olacak diye düşünmedik desem yalan olur ama çabuk alıştık bir bebeğimizin olacağı fikrine, zaten ikimizde çocukları çok seviyorduk,çalışan bir anne de değilim ve o kadar boş vaktim var ki....Evet evet iyi olacak bu bebek,rutin hayatımız renklenecek....
 
   Her hamile kadın gibi kontroller tahlillerle geçiyordu günler.Yirmi yıl önce bu kadar ayrıntılı testler yoktu tabii ama gene de bir dizi insanı yoran tahliller ve kontrollerden geçtik.Bu kontroller sırasında benim Hepatit b taşıyıcısı olduğumu, büyük bir ihtimalle bebeğimin de sarılıklı doğacağını öğrendik.O zaman yaşadığım suçluluk duygusunu anlatamam O masum bebek benim yüzümden sarılıklı doğacaktı.Ama bu haksızlık onun bir suçu yok ki,bir suçlu varsa benim..Ben bu düşüncelerle boğuşurken doktorun o rahatlatan kelimelerini duydum.Doğduktan ilk sekiz saat içinde serum şeklinde bir ilaç verileceğini,bu ilacı alırsa Hepatit b ye bağışıklık kazanacağını söyledi.Oh dedim suçumu telafi edebileceğim vicdan azabı çekmem gerekmicek.

  Rutin kontrollerle geçen sekiz ayın sonunda artık son dönemece girilmişti.Örgüler örülmüş,yastıklar ,yorganlar,battaniyeler alınmış,çeşit çeşit erkek çocuk kıyafetleri hazır edilmişti.Odasını hazırlamaya gelince bir isteksizlik oluyordu.Kaç kere niyetlenip daha sonra'' hele bir sağ salim doğsun da alırız.'' diyorduk.Allah söyletiyordu herhalde.....

   Artık sona gelinmişti,son kontrolle gitmiştik o gün,doktorumuz(adını şimdi hatırlayamıyorum.)her zamankinden uzun muayene etti beni,ultrasonla bir o tarafa bakıyor bir bu tarafa bakıyor sonra da endişeli gözlerle beni süzüyordu.Bir terslik olduğunu anlamıştım ama korkumdan soramıyordum.Eşim de benden farksız değildi,ikimiz birbirimize bakıyoruz ama korkudan tek kelime edemiyorduk.

   Sessizliği kimin bozduğunu bilmiyorum ama bebeğimizde bir sorun oluştuğunu öğrendiğimizdeki şoku unutamıyorum.Bebeğim anne karnında susuz kalmış ve enfeksiyon riski oluşmuş,zaten  son ayımızda olduğumuz için hemen sezeryana girilmesinin bir sakıncası yokmuş. Sezeryan olacağı bir kaç hafta önce kesinleşmişti zaten makat gelişiydi çünkü ve artık dönme ihtimali yoktu.Doktor nerede doğum yapacağımızı sordu..Ama biz daha bunu kararlaştırmamıştık ki,zaten acemiyiz o zamanlarda bu kadar özel hastane seçme şansımızda yok ,doktorun yüzüne öylece bakakalmıştık.Doktor hanım Zeynep Kamil hastanesini tavsiye etti kendisi de orada çalıştığını,yeni doğan ünitesinin çok gelişmiş olduğunu söyledi.Zaten fazla seçeneğimiz de yoktu,çabuk karar vermemiz gerekiyordu ve bu durumda yoğun bakım ünitesi önemliydi bizim için

   Apar topar hastaneye gittik.Yanımızda ne bebek çantası, ne benim çantam ne de en önemlisi masraflar için hazır nakit paramız vardı(yirmi yıl önce malum kredi kartları bu kadar yaygın değil),biz gitmeden önce doktorumuz hastaneyi bilgilendirmiş sağolsun hemen aldılar beni, tekrar muayene tekrar ultrason ,nts hepsi yapıldı. Sonunda kendimi tekerlekli sandalyede, üzerime ameliyat önlüğü geçirilmiş halde buldum.Hoop... neler oluyor!!. kimseye haber vermedik,daha annem gelecek iki günlük yoldan bebek doğarsa ne giyecek..Ben bu sorularla boğuşurken eşim gerekli evrakları imzalamış bile gidiyoruz doğuma şaşkın bir vaziyette..
 
  Zavallı adam, diğer normal babalar gibi ameliyat kapısında bekleme lüksü dahi olmamış ki.Bebeğin çantası için eve gidilecek,masraflar için para bulunacak,sarılık için serum temin edilecek,yakınlara haber verilecek işin zoru onda bana noluyor ki yattığım yerde hiç bişe hissetmeden bebeğimi dünyaya getirecem aman ne kolay!!!.....
 
    Aradan kaç saat geçti bilmiyorum acıyla iniltiyle uyandım,narkozun vermiş olduğu yarı uyanıklık  yarı hissizlik hali berbat bir şeydir  bilenler bilir.Özel hastanede olmadığımız için yarım düzine doğum yapmış kadınla aynı koğuştayız hepsinin derdi başka başka.Kimi yirmi yıllık özlem sonucu ilk doğumunu yapmış,kimisinin üçüncü bebeği, benim gibi ilk çocuğu olanlar çoğunlukta.Hepimizin ortak noktası aynı gün doğum yapmamız ve doğal olarak yoğun bakımda sayıldığımız için bebeklerimizin yanımızda olmaması(şimdi öyle midir bilemiyorum.)

  Yoğun  bakımda olduğumuz için ilk gece refakatçi almadılar yanımıza,düşünsenize doğum yapmışsınız ama bebeğiniz yok ,eşiniz yok üstüne üstlük ağrınız var ama kimseye nazlanamıyorsunuz.Neyse sıkıntılı bir gece geçirdim hele o omuz ağrısı yok mu ne felaket bir ağrı Allahım..Neden bu kadar ağrıdığını sorduğumda cevap alamadığım o korkunç ağrı, meğer sezaryan sırasında verilen narkozun etkisiyle ameliyat ortamının serin olması için açılan klimaların birleşmesiyle oluşan kas ağrısıymış, daha sonraki doğumda öğrendim, aklıma geldikçe hala omzum ağrır....

  Narkozun etkisi geçtikten sonra aklıma ilk gelen apar topar doğan oğlumdu.Sağlığı nasıl acaba, ne zaman kucağıma alabilirim merak içindeydim.Bu soruların cevabını eşim benden önce öğrenmişti doğal olarak.Anne karnında mikrop kaptığını bu yüzden yoğum bakım ünitesinde tutulduğunu ama genel olarak durumunun iyi olduğunu söylüyorlardı.Zaten 3 kilo 650 gr. ağırlığında toparlak bişeymiş(görenlerin yalancısıyım) bu yüzden merak etmememizi söylüyorlardı.Nasıl merak etmeyeyim zaten gelişimiz normal değil ki...
  İki gün geçti annem de apar topar gelmişti memleketten yanımdaydı artık.Ama ben bebeğimi hala görememiştim .Hastane iki binadan oluşuyordu ve iki binayı birbirine bağlayan koridor tadilat nedeniyle kapalıydı bebek yoğun bakım ünitesinde ikinci binadaydı.Benim bu üniteye gidebilmem için hastane dışına çıkıp diğer binaya geçiş yapmam gerekiyordu ve hala resmen taburcu olmadığım için hastane dışına çıkışım yasaktı.Ama annem ve eşim ziyaret edebiliyorlar sağdığım sütü götürüyorlardı.Bende onlardan gelecek iyi haberleri bekliyordum en ince ayrıntısına kadar anlatmalarını istiyordum.Göremediğim bebeğimi dinleyerek tanımak istiyordum.

  Bu arada koğuş arkadaşlarım bebeklerini tek tek kucaklarına almaya başlamışlardı''.Benim de bebeğim var, O da gelecek,hem böyle daha iyi oldu, bende iyileşmiş olurum, ona daha iyi bakarım dimi anne''..Böyle avutuyordum kendimi yoksa içten içe kıskanıyordum onları, onlar emzirirken ben süt sağıyordum ve  bu da içimi  acıtıyordu ..
  Taburcu günü geldi sonunda, artık bebeğimi görebileceğim ama eve götürmemiz için daha erkenmiş tamamen iyileşmemiş, biraz daha yoğun bakımda kalması gerekiyormuş.Olsun iyi olsun da kalsın ne yapalım hem ne denir geç olsun da güç olmasın dimi...
   Taburcu işlemlerimiz yapıldıktan sonra yoğun bakıma gidene kadar ne kadar zaman geçti bilemiyorum ama bana çok uzun geldi, bitmedi bir türlü o yol .Nihayet oğlumla tanışacaktım en önce benim tanışmam gerekirken en son ben tanışacaktım.Yoğun bakım ünitesine geldik bir sürü dezenfektan işlemi özel kıyafet bone maske derken içerideyim.'' çok yaklaşma annesi ,mikrop kapabilir.''dedi hemşire ,birden olduğum yerde kalakaldım,yaşadığım hayal kırıklığı hat safhadaydı ben kucağıma alıp öpüp koklamak isterken dosdoğru görmeme bile izin verilmiyordu.Bulunduğum yerden sadece sırtını ve yüzünün sol tarafını görebiliyordum.Sırtı bana doğru dönük yan yatıyordu ve bir sürü makineye bağlıydı. Hayat durmuştu sanki tarif edilemez duygular içerisinde hiç bir şey düşünmeden bakıyordum. Bu bebeğimi ilk ve son görüşüm olacakmış ki beynim o halini kaydetmiş hala canlı tutuyor....
 
  Acı ve hayal kırıklığı ile geçen günleri anlatmaya bir daha ki yazıda bahsedeceğim....Şimdilik hoşçakalın

14 Ekim 2014 Salı

Anneler de öğrenir..




    Geçen akşam  Alparslan ''Anne ben dışarıda ders çalışacağım ,hep aynı yerde çalışmaktan sıkıldım.'' dedi. Çekti kapıyı çıktı gitti.'' Dur oğlum nereye gidiyorsun?'' bile diyemedim.Öyle bakakaldım arkasından
     Dışarısı dediği bizim sitenin çardaktaki masaları ,pencereden baksam hangi soruyu çözdüğünü bile görebiliyorum.Ama hava kararmış ortalık zifiri karanlık değil soruyu görmek Alparslan'ı bile göremiyorum.(telefonlar akıllı ya yakmış ışığını aydınlatmış ortalığı)
      İşte bu anda devreye annelik vesvesesi girdi.''Nerede bu  çocuk,hani ders çalışacaktı,çözmesi gereken onca soru varken olacak iş mi şimdi bunun yaptığı'' say saya bilirsen...
      Şu akıllı telefonlar nimet gerçekten de hemen vatzaptan attım mesajı.''Neredesin paşam...dılling saniyenin onda biri gibi kısa sürede iletildi. gene saniyenin onda birinde Alparslan yazıyor ben bekliyorum dılling  ''ders çalışıyorum anne ''Annelik vesvesesi gene iş başında bu karanlıkta nasıl çalışılır evde çalışsan olmaz mı gözümün önünde olurdun hem vır vır dır dır beynimin içinde bitmeyen sorular...Şu annelik vesvesesi nasıl bir şey anlamış değilim onca soru onca olumsuzluk nasıl aklımıza gelir araştırılması gereken tez konusu vesselam...  Neyse annelik vesvesesinden aldığım gazla teknolojiyi birleştirdim bir mesaj daha attım.''Buradan hiçte öyle görünmüyor ama''dılling gitti mesaj aynı hızla yazıyor  peşpeşe ve sinirle....

  Hiç bana güvenmiyorsun anne...177 soru çözdüm  bile...Ben kendim için çalışıyorum anne.....

Karşımdakinin ergen olduğunu hele  de sınava çalışan bir ergen olduğunu unutmuştum biran yazdığım mesajdan pişman oldum ama iş işten geçti artık gitti bir kere..
   Ama beni etkileyen kendime getirten tek bir cümleydi....Ben kendim için çalışıyorum anne.....
 O kadar kişisel gelişim kitabı okudum..Ergenlikle ilgili o kadar seminere gittim hiç biri beni bu kadar etkilemedi..Haklı çocuk kendi için çalışıyor sanane nerede isterse orada çalışsın...

   Çalış oğlum çalış aferin sana nerede istersen orada çalış...
   Senden öğreneceğim daha çok şey var....


Ah şu yollar......


  Sancaktepeye' taşınalı 2.5 yıl oldu.18 yıl Maltepe'de oturduktan sonra buraya alışmamız biraz zaman aldı.Çocuklar mızmızlandılar önce ''Burası ne biçim yer,ulaşımı zor,doğru dürüst otobüs bile geçmiyor,biz Maltepe'yi istiyoruz.''nidalarını epey bir süre işittik.Aslında çocuklar haklıydılar.Maltepe'deki evimiz E5 in kenarında çok merkezi bir yerdeydi .İster otobüsle ister dolmuşla ister kendi aracımızla rahatlıkla her yere gidebiliyorduk.(metroyu saymıyorum çünkü biz taşındıktan sonra açıldı.)İstanbul'da oturanlar bilirler ulaşımın rahat olmasının nasıl bir nimet olduğunu
   Neyse çocuklar zamanla alıştılar da ben pek alışamadım. Aslında alışamadığım ne ulaşım sorunu ne sosyal çevre ne de konumuydu.Benim alışamadığım yollardı.Dedim ya Maltepe'de 18 yıl oturduk diye.Bütün yollarını ezberlemiştim artık.Hangi sokak çıkmaz sokak ,hangisine arabayı park edersem çekilmez.E5 e hangi yollardan bağlanır Kartal'dan Kadıköy'e kadar avucumun içi gibi öğrenmiştim .Benim gibi adres özürlü bir kadın için çok önemli bir detaydır bu.Okuduğum bir kitapta kadınların DNA sında varmış adres özürlü olmaları ama galiba benimki hemcinsleriminkinden biraz fazla herhalde.
    Çocuklar üniversite hazırlığında oldukları için dersane  arayışlarına girdik.Ataşehir'de bir dersanede karar kıldık.Fazla da bir seçeneğimiz yoktu aslında dedim ya ulaşım sorun diye bizim evden bu dersaneye tek otobüsle gidiliyor.Zaten bizim siteden tek otobüs var 19E ye bindin bindin, binemedin gidemedin o derece yani..
    Şimdiki çocuklar rahatlarına biraz düşkün galiba en azından bizimkiler öyle;O gün büyük oğlum dersaneye otobüsle gitmeye üşendi.''Anne sen götürsene ''dedi Eşim ve erkek  kardeşim benimle aynı fikirde olmasalar da aslında iyi şoförümdür..Neyse düştük yola oğlum yanımdayken sorun yok yolları biliyor erkek ne de olsa DNAsında sorun programlanmamış tıkır tıkır işliyor maşaallah...



    Dersaneye vardık indirdim oğlumu  Eee nasıl dönücem şimdi geldiğin yerden demeyin sakın geldiğin yola çıkmak İstanbul'da yarım depo benzin harcamak gibi bişey hele benim gibi adres özürlü biri için tam bir muamma.Neyse yolun sağ tarafından gidiyorum ki tabelaya göre yolumu belirleyeyim.Çevreyolu/Ümraniye tabelasını gördüm birden Ahha dedim bizim yol buradan saptım mı ileride Sancaktepe tabelası var oradan da saptım mı bizim ev ne kolaymış dedim kendi kendime Çevreyolu tabelasından saptım ilerliyorum.....ilerliyorum.....ilerliyorum.....Eeeee hani Sancaktepe tabelası biraz daha ilerledim yok eyvaaahhh dedim gene koyboldum .Benzini kontrol ettim hemen ohh bu benzin beni Edirne'ye götürür geri bile getirir , Sancaktepe tabelası yerine FSM köprüsü/Edirne tabelaları görmeye başladım artık.
   Panik olmuştum artık kendime de kızıyorum neden bu kadar adres özürlüyüm, salak mıyım çocuklar bile yolunu buluyor diye ama sadece ben kızabilirim kendime başkası kızamaz her zaman kaybolmak için haklı bir nedenim vardır çünkü...
    Köprüden önce son çıkış/Kavacık tabelasını görünce biraz rahatladım, galiba Edirne'ye gitmeme gerek kalmadı.Eşimi aradım nerede olduğuma nasıl oraya geldiğime dair kendime göre haklı nedenleri bir bir sıraladım ..Zavallı adam benim kaybolmalarıma alışık ama bu kadarını o bile beklemiyordu.''Ben sana telefondan nasıl anlatayım daha nerede olduğunu bile bilmiyorum dedi.Nasıl gittiysen öyle gel'' diye de ekledi ve telefonu kapattı.Adam haklı ama ben kızmıştım bir kere tarif etse ne olur, sanki her zaman mı kayboluyorum(evet her zaman kayboluyorsun şaşkın) neyse en mantıklı şeyi yaptım köprüden önce son çıkıştan saptım arabayı sağa çektim ve navigasyonu açtım.Valla bu yeni nesil teleefonlar gerçekten akıllı eliyle koymuş gibi beni evime getirdi.
    Artık kaybolmadan dersaneye gidebiliyorum ama 8-10 dakikalık Ataşehir-Sancaktepe yolunu bırakıp da 30 dakikalık Kavacık üzerinden eve nasıl geldim hala aklım almıyor...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Sıraya geç çocuğum....

 
 Blog tanıtımımda iki tane ergen oğlum olduğundan bahsetmiştim.Aralarında 14 ay var ikiz desem değil abi kardeş desem o da değil karmaşık bir durum bizimkisi.Her şeyi peş peşe yaşadık  ikiz olsalar aynı anda yaşanır ve biterdi  ama bizde hiç öyle olmadı  hep çift dikiş gittik.

   Mesela önce biri uyur sonra diğeri uyanırdı.İlk zamanlarda bir ay bile gelişim için çok büyük fark olduğundan biri bebekken diğeri ilk çocukluk günlerini yaşıyordu ve dolayısıyla uyku saatleri farklıydı.Yaş ilerledikçe uykular düzene girdi ve ikisi aynı anda uyur oldular.
 
    Ama bu düzen kısa sürdü büyük olanın öğle uykusuna ihtiyacı kalmadığı zamanlarda küçük uykuda oluyordu.Yemek yedirirken de sıraya girerlerdi önce biri doyardı sonra diğeri. Bazen tek kaşıkla ikisini de beslediğim oluyordu.

   Okul çağına gelince gene sıraya girildi.Önce ana sınıfına başlandı haliyle herkesin ana sınıfı serüveni bir yıl sürerken bizimki iki yıl sürdü.İki yıl boyunca kes yapıştır, tuvalet kağıdı rulosu biriktir...Ama ben tecrübeliyim ilk yaz tatilinde tuvalet kağıdı ruloları evde biriktirilmiş hazırlanmıştı malum seneye de ana sınıfındayız.

   İkinci yıl ana sınıfında kes yapışır boyalarla uğraşırken diğer taraftan da Emel eve gel ,Ali topu tut alıştırmaları yapıyorduk  malum iyi öğrenmem lazım seneye lazım olacak nasılsa

  Çocuklar erkek olunca ya baskete gitmeli dedik ya futbola,biz büyük oğlanın isteği üzerine basketbolda karar kıldık.İlk kararlar deneme tahtası gibi büyüğün üstünde uygulanıyordu.Küçükte biraz daha tecrübeli kararlar alıyorduk

  Neyse tam altı yıl süren basket maratonu başladı. Gene sıraya girildi tabiiiii..Takımlar ve saatleri yaşlara göre ayrıldığından bizimkiler peş peşe saatlerde antreman yapıyorlardı  ...Haydaaaaa normalde bir saat olan antreman saati bizde iki saat çıkıyordu..Bu arada benim arkadaş çevremde genişliyordu.büyük oğlanın arkadaşlarının anneleri gidiyor küçüğünkiler geliyordu
 
     Mezuniyet zamanı gelince de sıraya girildi.Önce büyük olan mezun oldu ortaokuldan, ertesi yıl küçük olan ve bizim evde iki yıl üst üste mezuniyet heyecanı yaşanmış oldu.

   Dersler konusunda bayağı bir ilerleme kaydettim  mesela 6. sınıf matematiğinde kümeler vardır ve 9.sınıfta tekrar edilir. Endoplazmik retikulum biyoloji konusudur ,kimyada maddenin yapısı vardır Biliyorum çünkü sınıf tekrarı yapan öğrenci gibi iki yıl matematik, kimya, biyoloji çalışıldı bizim evde.

   Şimdi üniversite sınavı için sıraya girildi.Bu sene ilk sınavımızı vereceğiz seneye ikincisini..Doğal olarak dersane başladı ama gene sırayla; sınıflar 11 ve 12 olunca saatlerde farklı tabii biri  sabah gidiyor bir öğlen Allahtan artık büyüdüler de kendi sıralarını biliyorlar bana pek ihtiyaçları kalmadı.

. Sırada lise mezuniyeti var, üniversite mezuniyeti var, askerlik var, düğün var.anlaşılan  biz daha çooookkk sıraya gireceğiz.

Evet oldu galiba....


      40 yaşında bir kadın dediğime bakmayın aslında 40 yaş merdivenlerinin ikinci basamağını da çıkmış bulunmaktayım.Evlilik çoluk çocuk derken bu yaşa nasıl geldim hala anlamış  değilim.Artık çocuklar büyüdü bana ihtiyaçları kalmadı uğraşlarım azaldı galiba diye düşünürken neden olmasın dedim birden ben neden bir blog açmayayım.
   
      Yazmayı da okumayı da seviyorum.Vaktim de bol eh az buçuk bilgisayardan da anlıyorum
 neden olmasın.
    
     Küçük ergen oğluma gittim önce ''Oğlum blog açmak istiyorum yardım eder misin?'' dedim.
''Anne ben anlamam internete bak'' dedi.Biraz bozuldum önce, sonra ''hıhh google varken sana ihtiyacım yok'' edasıyla geçtim bilgisayarın  başına.Birkaç ay önce kardeşimin açtığı ahkemin.com adlı bloğu inceledim önce gerçi bütün yazıları defalarca okudum ama bu sefer farklı bir gözle baktım.Sonra blog nasıl açılır diye sordum google babaya sağolsun açıklamalarıyla gösterdi.Facebook instagram twitter derken şimdi de bir blog yazarıyım galiba bakalım daha neler göreceğiz.
    
     Az önce burun kıvırdığım küçük ergenime işim düştü gene sayfa düzeni nasıl olacak nasıl paylaşılacak gösterdi sağolsun bu sefer annesinin heyacanına ortak olarak hemde...

       '' İlk yazında benden bahset anne '' dedi.Ne olacağına karar verememiş küçük ergen oğlum benim arkadaş canlısı, gezmeye meraklı ,biraz haşarı ama annesine kıyamayan küçük ergenim yardımların için teşekkür ederim iyi ki varsın.

       Evet oldu galiba..  Artık iki hobimi bir araya getirme vakti geldi.İnternet ve edebiyat..
Hadi bakalım kolay gelsin......................
      
  Yazmak istediğim o kadar şey var ki kafamda, kırk yılda meğer ne kadar çok şey birikmiş şöyle bir gözden geçirdim de bunların neresinden başlasam, sıraya mı koysam yoksa geçmişi bırakıp yaşayacaklarımı mı yazsam bilemedim şimdi.
 Başlamak bitirmenin yarısıdır demiş büyükler... başladık bakalım hadi hayırlısı Allah bana kolaylık sizlere de sabır versin............