29 Ekim 2014 Çarşamba

Öncesi ve sonrası..



     İnsanların hayatlarında dönüm noktaları olur bazen;hayat birden ikiye ayrılır öncesi ve sonrası diye.İşte benim hayatımda büyük oğlumun anaokuluna başladığı yıl  dostumdan öncesi ve dostumdan sonrası diye ikiye ayrıldı.
     Anaokulu çocuklar için olduğu kadar anneler içinde yeni bir sosyal yaşamın başlangıcıdır. Artık O'nun annesi sıfatını iyiden iyiye hissettiğiniz zamanlardır.Biz de birçok arkadaş edinmiştik oğlumla birlikte.Oğlum çocuklarla arkadaşlık kuruyordu, ben de anneleriyle.Benim gibi çocuklarını ellerinden tutup okula götürüp getiren çok anne vardı etrafımızda ama O kadın dikkatimi çekmişti.Gözlerim her gün O kadını arıyordu,biraz gecikse nerede kaldı acaba diye endişeleniyordum.Onun evi okula daha yakındı ama o kısacık mesafeyi beraber yürümek için oyalanıyordum. Oğlumda O kadının oğlundan çok etkilenmişti, hep Ondan bahsediyor, gün içinde neler yaptıklarını anlatıyordu.Sanki koskoca okulda ikisinden başka öğrenci yoktu.

     Bir gün ''anne''dedi oğlum.''Okulda bir çocuk var , onlar da bizim gibi 14 numarada oturuyorlarmış.Hem de 3. katta gidelim mi onlara ''  Ben kadını sadece şahsen tanıyordum ve evlerine gidecek kadar samimiyet kurmamıştım ,ama evlerine gitmeyi en az oğlum kadar ben de istiyordum.Neden bilmiyorum ama mıknatıs gibi ilahi bir güç tarafından O na doğru çekiliyordum.Oğlumun ısrarlarına ve ilahi çekim gücüne daha fazla dayanamadım ve sadece apartmanı ve 14 numarayı bildiğim evin zilini çaldım ,ev sahibinin onlara gelmek istediğimizden haberi olmadığı için evde yoktu.Şimdi düşünüyorum da hiç tanımadığım bir kadının evine hem de habersiz bir şekilde gidebilir miyim? Bilmiyorum.Oğlumla ben hayal kırıklığı içinde evimize döndük.Yolda giderken yarın okulda gördüğümde randevu almaya karar verdim.

    Ve ertesi gün kararımı uyguladım.Dün oğlumun ısrarını kıramadığım için(benim isteğimin oğlumdan çok olduğundan bahsetmedim ) habersiz bir şekilde evlerine gittiğimi ama evde olmadıklarından bahsettim,çok şaşırdı hem de sevindi,galiba o da beni içten içe takip ediyormuş.Daha fazla yüzsüzlük yapmak istemediğimden bu sefer bizim eve davet ettim.
    Aradan 13 yıl geçmesine rağmen hala dün gibi hatırladığım o gün arkadaşım,bej rengi zemin üzerine kahverengi kareli bir pantolon ve bej rengi bir kazak giymiş olarak bize geldi ve dostluğumuzun temellerini attı.
   O günden beri ne ben O kadından, ne de oğlum oğlundan ayrıldı.Birbirimizi bir gün görmezsek özleriz,sesimizi duymazsak o günümüz eksiktir.Sıkıntımız ortak, mutluluğumuz ortaktır artık.

   Sevgili dostum,kahvaltıda domates yemeyi senden öğrendim,Bir insana sıkı sıkı sarılmayı,her ortamda kahkahayla gülebilmeyi,yüzmeyi senden öğrendim.Çocuklar için nelere katlandığını,zorluklarla mücadele ederken bile nasıl soğukkanlı olduğunu hayretler içinde seyrettim.Az parayla da nasıl şık olunur,nasıl eğlenilir,beraberiz ya mutluyuz gerisi önemli değil deyip etrafımızdaki negatiflikleri pozitife çevirmeyi senden öğrendim.
 
   Gurbette ailemin olmadığını bana hissettirmeyen,her derdim de yanımda olacağını bildiğim,psikolojik danışmanım,sıkıntılı günlerimde omzuna dayanıp ağladığım, bir telefonunla neşelendiğim canım arkadaşım,şu geçen 13 yıla neler sığdırdık seninle.Sıkıntılar,mutluluklar, eğlenceli yaz tatilleri, samimi kahvaltılar,daha neler neler..........

  Bunların hepsi seninle güzeldi....seninle güzel kalacak. İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın.....
   

18 Ekim 2014 Cumartesi

İlk ve son görüşme 2/2


   Hastaneden çıkmadan bir gün önce bebeğimizin artık ağızdan beslenemediğini bu yüzden süt sağıp getirmemize gerek kalmadığını söylediklerinde bile aklıma kötü şey getirmemiştim..Olsun düzelince içer şimdilik serumla idare etsin demiştim. Şimdi düşünüyorum da çok mu kaderciyim ,çok mu gaddarım yoksa sadece soğuk kanlı mıyım bilemedim; o durumda bile gayet sakindim ya da rüya aleminde dolaşıyordum da bu kabusun bitmesini bekliyordum.Kimbilir.....

   Elimiz boş eve geldik.Annem, kayınvalidem, eşim hep birlikte bebekten gelecek güzel haberleri bekliyorduk.Eşim her gün gidiyordu hastaneye ama bebeği göstermiyorlardı ,ağızdan beslenemediği için benim gidip orada boşu boşuna beklememin bir anlamı yoktu.Evde kalıp dinlenmeliyim ki bebek eve gelince ona bir faydam olsun.Bebek anne sütü alamadığı için sütü sağıp lavaboya döküyordum,geri gitmesini istemiyordum çünkü bebeğim eve gelecek ve onu emzirmem gerekecekti. Bu yüzden sağıp lavaboya döküyordum, keşke annesi ölmüş bir bebek bulsaydık ne güzel olurdu..

  O gün annem karşıda oturan teyzemi ziyarete gitmek istedi.''Bugün gideyim yarı dönerim bebek gelince seni bırakamam hazır kayınvaliden de yanında.''.Tamam dedim git ama yarın dön...Annem gitti,iki saat sonra içime bir sızı çöktü, bir nefes kesilmesi,kötü birşey oldu/olacak hissi.Annelere malum olur dedikleri bu olsa gerek.Çok geçmedi eşim aradı ne dedi, nasıl dedi pek duyamadım ama beynimde o iki kelime çınlayıp duruyordu''BEBEĞİMİZİ KAYBETTİK.''...........

   Ama hani eve gelecekti, ben ona çeşit kıyafetler hazırlamıştım hani, daha ismini bile koymamıştık dosdoğru görememiştim bile yüzünü,öpüp koklamamıştım daha .....
.
  Dedim ya soğukkanlıyım diye çabuk toparlandım.Çünkü toparlanmam gerek evde yanlızım birilerine haber vermem gerek(cep telefonları yok malum)eşim defin işlemleri için birkaç tanıdıkla birlikte hastanede, ben evde kayınvalidemle beraberim,Ahh! anne bugün gitmek zorunda mıydın!!.Kayınvlidemle olmam değil sorun,sorun onun okuma-yazma bilmemesi bir iki kişiye özellikle teyzeme haber vermem gerek ki annem onlara gelince haberi alıp geri gelsin.Toparladım kendimi şimdi hatırlayamadığım bir-iki kişiyi aradım ama'' bebeğimizi kaybettim'' diyemedim söylerken kelimeler boğazımda düğümleniyor ağzımdan çıkmıyordu telefonu çevirip kayınvalideme veriyordum.
   
   Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ev birden kalabalıklaştı ama ben eşimi ve annemi bekliyordum onlara sarılıp ağlamak istiyordum.Çok geçmeden geldiler hangisi önce geldi hatırlayamıyorum ama anneme sarılıp ağladığım hatırlıyorum beni bir tek annem anlardı.Çünkü o da benim gibi çocuğunu kaybetmiş bir anneydi......

     O soğukkanlı kadın gitmiş herşeye ağlayan bir kadın gelmişti....Bebek için hazırlanmış kıyafetleri koklayıp ağlıyordum...Yavrularını emziren bir köpek görüp ağlıyordum ...radyoda bir  şarkı sözü duyduğumda ağlıyordum..Etrafımdaki insanlar beni nasıl teselli edeceklerini şaşırmışlardı, çünkü onların söylediği en ufak bir söz beni ağlatmaya yetiyordu.Eşimde kendini zor tutuyordu ama onunda  yeter artık deyip hıçkırıklara boğulduğu anlar oluyordu.....
 
  Sık sık taziyeye insanlar geliyordu.Acımızı paylaşmak istiyorlardı ama beni üzmemek için çok dikkatli davranıyorlardı..Hamile bir komşum hamileliğinden bile utanmıştı ben üzülmeyeyim diye......Ama taziyeye gelen şimdi aramızda olmayan bir büyüğümüzün teselli dolu sözleri beni kendime getirdi...

     '' Geçmiş olsun kızım büyük acı yaşamışsınız ama basit bir apandisit ameliyatı geçirmiş olduğunu düşünmen gerekir .''dedi  Nee basit mi....apandisit mi.... anlamadın galiba ben bebeğimi kaybettim....diye haykırmak geldi içimden,ama büyüğümüz devam etti.''yeni bir ev ya da araba aldığımızda hemen sigorta yaptırırız değil mi? başına bir şey gelince garantimiz olsun diye, işte bu bebekte sizin öbür dünyadaki sigortanız olacak kızım..Cehennemle senin arana girecek ben anneme doyamadım Allah'ım onu ayırma benden diyecek.İşte bunun için apandisit ameliyatı olduğunu düşün kızım''..dedi.Gerçekten öyle midir Allah bilir ama o anda kuş gibi rahatladığımı hissettim ve gerçekten apandisit ameliyatı oldum havasına girdim .Günlerdir çektiğim acı sanki birden uçup gitmişti.

   Aradan geçen yirmi yılda acım dinmedi ,hala kalbimin bir köşesi sızlar ama cennette bir sigortamın olduğuna inanmak bebeğimi her hatırladığımda sızlayan yüreğimin acısını dindirmeye yetiyor.
 
   Teşekkürler Özden Sarıkaya nur içinde yat

16 Ekim 2014 Perşembe

İlk ve son görüşme.1/2


  Evlilik ve gelinlik giymek her genç kızın rüyasıdır.Bizim de bundan yirmi yıl önce rüyamız gerçek oldu.Evliliğimizin ilk günleri İstanbul'a ve birbirimize alışmakla geçti.Ama o müjdeli haberi almamız da gecikmedi.Acaba acele mi oldu, nasıl olacak diye düşünmedik desem yalan olur ama çabuk alıştık bir bebeğimizin olacağı fikrine, zaten ikimizde çocukları çok seviyorduk,çalışan bir anne de değilim ve o kadar boş vaktim var ki....Evet evet iyi olacak bu bebek,rutin hayatımız renklenecek....
 
   Her hamile kadın gibi kontroller tahlillerle geçiyordu günler.Yirmi yıl önce bu kadar ayrıntılı testler yoktu tabii ama gene de bir dizi insanı yoran tahliller ve kontrollerden geçtik.Bu kontroller sırasında benim Hepatit b taşıyıcısı olduğumu, büyük bir ihtimalle bebeğimin de sarılıklı doğacağını öğrendik.O zaman yaşadığım suçluluk duygusunu anlatamam O masum bebek benim yüzümden sarılıklı doğacaktı.Ama bu haksızlık onun bir suçu yok ki,bir suçlu varsa benim..Ben bu düşüncelerle boğuşurken doktorun o rahatlatan kelimelerini duydum.Doğduktan ilk sekiz saat içinde serum şeklinde bir ilaç verileceğini,bu ilacı alırsa Hepatit b ye bağışıklık kazanacağını söyledi.Oh dedim suçumu telafi edebileceğim vicdan azabı çekmem gerekmicek.

  Rutin kontrollerle geçen sekiz ayın sonunda artık son dönemece girilmişti.Örgüler örülmüş,yastıklar ,yorganlar,battaniyeler alınmış,çeşit çeşit erkek çocuk kıyafetleri hazır edilmişti.Odasını hazırlamaya gelince bir isteksizlik oluyordu.Kaç kere niyetlenip daha sonra'' hele bir sağ salim doğsun da alırız.'' diyorduk.Allah söyletiyordu herhalde.....

   Artık sona gelinmişti,son kontrolle gitmiştik o gün,doktorumuz(adını şimdi hatırlayamıyorum.)her zamankinden uzun muayene etti beni,ultrasonla bir o tarafa bakıyor bir bu tarafa bakıyor sonra da endişeli gözlerle beni süzüyordu.Bir terslik olduğunu anlamıştım ama korkumdan soramıyordum.Eşim de benden farksız değildi,ikimiz birbirimize bakıyoruz ama korkudan tek kelime edemiyorduk.

   Sessizliği kimin bozduğunu bilmiyorum ama bebeğimizde bir sorun oluştuğunu öğrendiğimizdeki şoku unutamıyorum.Bebeğim anne karnında susuz kalmış ve enfeksiyon riski oluşmuş,zaten  son ayımızda olduğumuz için hemen sezeryana girilmesinin bir sakıncası yokmuş. Sezeryan olacağı bir kaç hafta önce kesinleşmişti zaten makat gelişiydi çünkü ve artık dönme ihtimali yoktu.Doktor nerede doğum yapacağımızı sordu..Ama biz daha bunu kararlaştırmamıştık ki,zaten acemiyiz o zamanlarda bu kadar özel hastane seçme şansımızda yok ,doktorun yüzüne öylece bakakalmıştık.Doktor hanım Zeynep Kamil hastanesini tavsiye etti kendisi de orada çalıştığını,yeni doğan ünitesinin çok gelişmiş olduğunu söyledi.Zaten fazla seçeneğimiz de yoktu,çabuk karar vermemiz gerekiyordu ve bu durumda yoğun bakım ünitesi önemliydi bizim için

   Apar topar hastaneye gittik.Yanımızda ne bebek çantası, ne benim çantam ne de en önemlisi masraflar için hazır nakit paramız vardı(yirmi yıl önce malum kredi kartları bu kadar yaygın değil),biz gitmeden önce doktorumuz hastaneyi bilgilendirmiş sağolsun hemen aldılar beni, tekrar muayene tekrar ultrason ,nts hepsi yapıldı. Sonunda kendimi tekerlekli sandalyede, üzerime ameliyat önlüğü geçirilmiş halde buldum.Hoop... neler oluyor!!. kimseye haber vermedik,daha annem gelecek iki günlük yoldan bebek doğarsa ne giyecek..Ben bu sorularla boğuşurken eşim gerekli evrakları imzalamış bile gidiyoruz doğuma şaşkın bir vaziyette..
 
  Zavallı adam, diğer normal babalar gibi ameliyat kapısında bekleme lüksü dahi olmamış ki.Bebeğin çantası için eve gidilecek,masraflar için para bulunacak,sarılık için serum temin edilecek,yakınlara haber verilecek işin zoru onda bana noluyor ki yattığım yerde hiç bişe hissetmeden bebeğimi dünyaya getirecem aman ne kolay!!!.....
 
    Aradan kaç saat geçti bilmiyorum acıyla iniltiyle uyandım,narkozun vermiş olduğu yarı uyanıklık  yarı hissizlik hali berbat bir şeydir  bilenler bilir.Özel hastanede olmadığımız için yarım düzine doğum yapmış kadınla aynı koğuştayız hepsinin derdi başka başka.Kimi yirmi yıllık özlem sonucu ilk doğumunu yapmış,kimisinin üçüncü bebeği, benim gibi ilk çocuğu olanlar çoğunlukta.Hepimizin ortak noktası aynı gün doğum yapmamız ve doğal olarak yoğun bakımda sayıldığımız için bebeklerimizin yanımızda olmaması(şimdi öyle midir bilemiyorum.)

  Yoğun  bakımda olduğumuz için ilk gece refakatçi almadılar yanımıza,düşünsenize doğum yapmışsınız ama bebeğiniz yok ,eşiniz yok üstüne üstlük ağrınız var ama kimseye nazlanamıyorsunuz.Neyse sıkıntılı bir gece geçirdim hele o omuz ağrısı yok mu ne felaket bir ağrı Allahım..Neden bu kadar ağrıdığını sorduğumda cevap alamadığım o korkunç ağrı, meğer sezaryan sırasında verilen narkozun etkisiyle ameliyat ortamının serin olması için açılan klimaların birleşmesiyle oluşan kas ağrısıymış, daha sonraki doğumda öğrendim, aklıma geldikçe hala omzum ağrır....

  Narkozun etkisi geçtikten sonra aklıma ilk gelen apar topar doğan oğlumdu.Sağlığı nasıl acaba, ne zaman kucağıma alabilirim merak içindeydim.Bu soruların cevabını eşim benden önce öğrenmişti doğal olarak.Anne karnında mikrop kaptığını bu yüzden yoğum bakım ünitesinde tutulduğunu ama genel olarak durumunun iyi olduğunu söylüyorlardı.Zaten 3 kilo 650 gr. ağırlığında toparlak bişeymiş(görenlerin yalancısıyım) bu yüzden merak etmememizi söylüyorlardı.Nasıl merak etmeyeyim zaten gelişimiz normal değil ki...
  İki gün geçti annem de apar topar gelmişti memleketten yanımdaydı artık.Ama ben bebeğimi hala görememiştim .Hastane iki binadan oluşuyordu ve iki binayı birbirine bağlayan koridor tadilat nedeniyle kapalıydı bebek yoğun bakım ünitesinde ikinci binadaydı.Benim bu üniteye gidebilmem için hastane dışına çıkıp diğer binaya geçiş yapmam gerekiyordu ve hala resmen taburcu olmadığım için hastane dışına çıkışım yasaktı.Ama annem ve eşim ziyaret edebiliyorlar sağdığım sütü götürüyorlardı.Bende onlardan gelecek iyi haberleri bekliyordum en ince ayrıntısına kadar anlatmalarını istiyordum.Göremediğim bebeğimi dinleyerek tanımak istiyordum.

  Bu arada koğuş arkadaşlarım bebeklerini tek tek kucaklarına almaya başlamışlardı''.Benim de bebeğim var, O da gelecek,hem böyle daha iyi oldu, bende iyileşmiş olurum, ona daha iyi bakarım dimi anne''..Böyle avutuyordum kendimi yoksa içten içe kıskanıyordum onları, onlar emzirirken ben süt sağıyordum ve  bu da içimi  acıtıyordu ..
  Taburcu günü geldi sonunda, artık bebeğimi görebileceğim ama eve götürmemiz için daha erkenmiş tamamen iyileşmemiş, biraz daha yoğun bakımda kalması gerekiyormuş.Olsun iyi olsun da kalsın ne yapalım hem ne denir geç olsun da güç olmasın dimi...
   Taburcu işlemlerimiz yapıldıktan sonra yoğun bakıma gidene kadar ne kadar zaman geçti bilemiyorum ama bana çok uzun geldi, bitmedi bir türlü o yol .Nihayet oğlumla tanışacaktım en önce benim tanışmam gerekirken en son ben tanışacaktım.Yoğun bakım ünitesine geldik bir sürü dezenfektan işlemi özel kıyafet bone maske derken içerideyim.'' çok yaklaşma annesi ,mikrop kapabilir.''dedi hemşire ,birden olduğum yerde kalakaldım,yaşadığım hayal kırıklığı hat safhadaydı ben kucağıma alıp öpüp koklamak isterken dosdoğru görmeme bile izin verilmiyordu.Bulunduğum yerden sadece sırtını ve yüzünün sol tarafını görebiliyordum.Sırtı bana doğru dönük yan yatıyordu ve bir sürü makineye bağlıydı. Hayat durmuştu sanki tarif edilemez duygular içerisinde hiç bir şey düşünmeden bakıyordum. Bu bebeğimi ilk ve son görüşüm olacakmış ki beynim o halini kaydetmiş hala canlı tutuyor....
 
  Acı ve hayal kırıklığı ile geçen günleri anlatmaya bir daha ki yazıda bahsedeceğim....Şimdilik hoşçakalın

14 Ekim 2014 Salı

Anneler de öğrenir..




    Geçen akşam  Alparslan ''Anne ben dışarıda ders çalışacağım ,hep aynı yerde çalışmaktan sıkıldım.'' dedi. Çekti kapıyı çıktı gitti.'' Dur oğlum nereye gidiyorsun?'' bile diyemedim.Öyle bakakaldım arkasından
     Dışarısı dediği bizim sitenin çardaktaki masaları ,pencereden baksam hangi soruyu çözdüğünü bile görebiliyorum.Ama hava kararmış ortalık zifiri karanlık değil soruyu görmek Alparslan'ı bile göremiyorum.(telefonlar akıllı ya yakmış ışığını aydınlatmış ortalığı)
      İşte bu anda devreye annelik vesvesesi girdi.''Nerede bu  çocuk,hani ders çalışacaktı,çözmesi gereken onca soru varken olacak iş mi şimdi bunun yaptığı'' say saya bilirsen...
      Şu akıllı telefonlar nimet gerçekten de hemen vatzaptan attım mesajı.''Neredesin paşam...dılling saniyenin onda biri gibi kısa sürede iletildi. gene saniyenin onda birinde Alparslan yazıyor ben bekliyorum dılling  ''ders çalışıyorum anne ''Annelik vesvesesi gene iş başında bu karanlıkta nasıl çalışılır evde çalışsan olmaz mı gözümün önünde olurdun hem vır vır dır dır beynimin içinde bitmeyen sorular...Şu annelik vesvesesi nasıl bir şey anlamış değilim onca soru onca olumsuzluk nasıl aklımıza gelir araştırılması gereken tez konusu vesselam...  Neyse annelik vesvesesinden aldığım gazla teknolojiyi birleştirdim bir mesaj daha attım.''Buradan hiçte öyle görünmüyor ama''dılling gitti mesaj aynı hızla yazıyor  peşpeşe ve sinirle....

  Hiç bana güvenmiyorsun anne...177 soru çözdüm  bile...Ben kendim için çalışıyorum anne.....

Karşımdakinin ergen olduğunu hele  de sınava çalışan bir ergen olduğunu unutmuştum biran yazdığım mesajdan pişman oldum ama iş işten geçti artık gitti bir kere..
   Ama beni etkileyen kendime getirten tek bir cümleydi....Ben kendim için çalışıyorum anne.....
 O kadar kişisel gelişim kitabı okudum..Ergenlikle ilgili o kadar seminere gittim hiç biri beni bu kadar etkilemedi..Haklı çocuk kendi için çalışıyor sanane nerede isterse orada çalışsın...

   Çalış oğlum çalış aferin sana nerede istersen orada çalış...
   Senden öğreneceğim daha çok şey var....


Ah şu yollar......


  Sancaktepeye' taşınalı 2.5 yıl oldu.18 yıl Maltepe'de oturduktan sonra buraya alışmamız biraz zaman aldı.Çocuklar mızmızlandılar önce ''Burası ne biçim yer,ulaşımı zor,doğru dürüst otobüs bile geçmiyor,biz Maltepe'yi istiyoruz.''nidalarını epey bir süre işittik.Aslında çocuklar haklıydılar.Maltepe'deki evimiz E5 in kenarında çok merkezi bir yerdeydi .İster otobüsle ister dolmuşla ister kendi aracımızla rahatlıkla her yere gidebiliyorduk.(metroyu saymıyorum çünkü biz taşındıktan sonra açıldı.)İstanbul'da oturanlar bilirler ulaşımın rahat olmasının nasıl bir nimet olduğunu
   Neyse çocuklar zamanla alıştılar da ben pek alışamadım. Aslında alışamadığım ne ulaşım sorunu ne sosyal çevre ne de konumuydu.Benim alışamadığım yollardı.Dedim ya Maltepe'de 18 yıl oturduk diye.Bütün yollarını ezberlemiştim artık.Hangi sokak çıkmaz sokak ,hangisine arabayı park edersem çekilmez.E5 e hangi yollardan bağlanır Kartal'dan Kadıköy'e kadar avucumun içi gibi öğrenmiştim .Benim gibi adres özürlü bir kadın için çok önemli bir detaydır bu.Okuduğum bir kitapta kadınların DNA sında varmış adres özürlü olmaları ama galiba benimki hemcinsleriminkinden biraz fazla herhalde.
    Çocuklar üniversite hazırlığında oldukları için dersane  arayışlarına girdik.Ataşehir'de bir dersanede karar kıldık.Fazla da bir seçeneğimiz yoktu aslında dedim ya ulaşım sorun diye bizim evden bu dersaneye tek otobüsle gidiliyor.Zaten bizim siteden tek otobüs var 19E ye bindin bindin, binemedin gidemedin o derece yani..
    Şimdiki çocuklar rahatlarına biraz düşkün galiba en azından bizimkiler öyle;O gün büyük oğlum dersaneye otobüsle gitmeye üşendi.''Anne sen götürsene ''dedi Eşim ve erkek  kardeşim benimle aynı fikirde olmasalar da aslında iyi şoförümdür..Neyse düştük yola oğlum yanımdayken sorun yok yolları biliyor erkek ne de olsa DNAsında sorun programlanmamış tıkır tıkır işliyor maşaallah...



    Dersaneye vardık indirdim oğlumu  Eee nasıl dönücem şimdi geldiğin yerden demeyin sakın geldiğin yola çıkmak İstanbul'da yarım depo benzin harcamak gibi bişey hele benim gibi adres özürlü biri için tam bir muamma.Neyse yolun sağ tarafından gidiyorum ki tabelaya göre yolumu belirleyeyim.Çevreyolu/Ümraniye tabelasını gördüm birden Ahha dedim bizim yol buradan saptım mı ileride Sancaktepe tabelası var oradan da saptım mı bizim ev ne kolaymış dedim kendi kendime Çevreyolu tabelasından saptım ilerliyorum.....ilerliyorum.....ilerliyorum.....Eeeee hani Sancaktepe tabelası biraz daha ilerledim yok eyvaaahhh dedim gene koyboldum .Benzini kontrol ettim hemen ohh bu benzin beni Edirne'ye götürür geri bile getirir , Sancaktepe tabelası yerine FSM köprüsü/Edirne tabelaları görmeye başladım artık.
   Panik olmuştum artık kendime de kızıyorum neden bu kadar adres özürlüyüm, salak mıyım çocuklar bile yolunu buluyor diye ama sadece ben kızabilirim kendime başkası kızamaz her zaman kaybolmak için haklı bir nedenim vardır çünkü...
    Köprüden önce son çıkış/Kavacık tabelasını görünce biraz rahatladım, galiba Edirne'ye gitmeme gerek kalmadı.Eşimi aradım nerede olduğuma nasıl oraya geldiğime dair kendime göre haklı nedenleri bir bir sıraladım ..Zavallı adam benim kaybolmalarıma alışık ama bu kadarını o bile beklemiyordu.''Ben sana telefondan nasıl anlatayım daha nerede olduğunu bile bilmiyorum dedi.Nasıl gittiysen öyle gel'' diye de ekledi ve telefonu kapattı.Adam haklı ama ben kızmıştım bir kere tarif etse ne olur, sanki her zaman mı kayboluyorum(evet her zaman kayboluyorsun şaşkın) neyse en mantıklı şeyi yaptım köprüden önce son çıkıştan saptım arabayı sağa çektim ve navigasyonu açtım.Valla bu yeni nesil teleefonlar gerçekten akıllı eliyle koymuş gibi beni evime getirdi.
    Artık kaybolmadan dersaneye gidebiliyorum ama 8-10 dakikalık Ataşehir-Sancaktepe yolunu bırakıp da 30 dakikalık Kavacık üzerinden eve nasıl geldim hala aklım almıyor...

13 Ekim 2014 Pazartesi

Sıraya geç çocuğum....

 
 Blog tanıtımımda iki tane ergen oğlum olduğundan bahsetmiştim.Aralarında 14 ay var ikiz desem değil abi kardeş desem o da değil karmaşık bir durum bizimkisi.Her şeyi peş peşe yaşadık  ikiz olsalar aynı anda yaşanır ve biterdi  ama bizde hiç öyle olmadı  hep çift dikiş gittik.

   Mesela önce biri uyur sonra diğeri uyanırdı.İlk zamanlarda bir ay bile gelişim için çok büyük fark olduğundan biri bebekken diğeri ilk çocukluk günlerini yaşıyordu ve dolayısıyla uyku saatleri farklıydı.Yaş ilerledikçe uykular düzene girdi ve ikisi aynı anda uyur oldular.
 
    Ama bu düzen kısa sürdü büyük olanın öğle uykusuna ihtiyacı kalmadığı zamanlarda küçük uykuda oluyordu.Yemek yedirirken de sıraya girerlerdi önce biri doyardı sonra diğeri. Bazen tek kaşıkla ikisini de beslediğim oluyordu.

   Okul çağına gelince gene sıraya girildi.Önce ana sınıfına başlandı haliyle herkesin ana sınıfı serüveni bir yıl sürerken bizimki iki yıl sürdü.İki yıl boyunca kes yapıştır, tuvalet kağıdı rulosu biriktir...Ama ben tecrübeliyim ilk yaz tatilinde tuvalet kağıdı ruloları evde biriktirilmiş hazırlanmıştı malum seneye de ana sınıfındayız.

   İkinci yıl ana sınıfında kes yapışır boyalarla uğraşırken diğer taraftan da Emel eve gel ,Ali topu tut alıştırmaları yapıyorduk  malum iyi öğrenmem lazım seneye lazım olacak nasılsa

  Çocuklar erkek olunca ya baskete gitmeli dedik ya futbola,biz büyük oğlanın isteği üzerine basketbolda karar kıldık.İlk kararlar deneme tahtası gibi büyüğün üstünde uygulanıyordu.Küçükte biraz daha tecrübeli kararlar alıyorduk

  Neyse tam altı yıl süren basket maratonu başladı. Gene sıraya girildi tabiiiii..Takımlar ve saatleri yaşlara göre ayrıldığından bizimkiler peş peşe saatlerde antreman yapıyorlardı  ...Haydaaaaa normalde bir saat olan antreman saati bizde iki saat çıkıyordu..Bu arada benim arkadaş çevremde genişliyordu.büyük oğlanın arkadaşlarının anneleri gidiyor küçüğünkiler geliyordu
 
     Mezuniyet zamanı gelince de sıraya girildi.Önce büyük olan mezun oldu ortaokuldan, ertesi yıl küçük olan ve bizim evde iki yıl üst üste mezuniyet heyecanı yaşanmış oldu.

   Dersler konusunda bayağı bir ilerleme kaydettim  mesela 6. sınıf matematiğinde kümeler vardır ve 9.sınıfta tekrar edilir. Endoplazmik retikulum biyoloji konusudur ,kimyada maddenin yapısı vardır Biliyorum çünkü sınıf tekrarı yapan öğrenci gibi iki yıl matematik, kimya, biyoloji çalışıldı bizim evde.

   Şimdi üniversite sınavı için sıraya girildi.Bu sene ilk sınavımızı vereceğiz seneye ikincisini..Doğal olarak dersane başladı ama gene sırayla; sınıflar 11 ve 12 olunca saatlerde farklı tabii biri  sabah gidiyor bir öğlen Allahtan artık büyüdüler de kendi sıralarını biliyorlar bana pek ihtiyaçları kalmadı.

. Sırada lise mezuniyeti var, üniversite mezuniyeti var, askerlik var, düğün var.anlaşılan  biz daha çooookkk sıraya gireceğiz.

Evet oldu galiba....


      40 yaşında bir kadın dediğime bakmayın aslında 40 yaş merdivenlerinin ikinci basamağını da çıkmış bulunmaktayım.Evlilik çoluk çocuk derken bu yaşa nasıl geldim hala anlamış  değilim.Artık çocuklar büyüdü bana ihtiyaçları kalmadı uğraşlarım azaldı galiba diye düşünürken neden olmasın dedim birden ben neden bir blog açmayayım.
   
      Yazmayı da okumayı da seviyorum.Vaktim de bol eh az buçuk bilgisayardan da anlıyorum
 neden olmasın.
    
     Küçük ergen oğluma gittim önce ''Oğlum blog açmak istiyorum yardım eder misin?'' dedim.
''Anne ben anlamam internete bak'' dedi.Biraz bozuldum önce, sonra ''hıhh google varken sana ihtiyacım yok'' edasıyla geçtim bilgisayarın  başına.Birkaç ay önce kardeşimin açtığı ahkemin.com adlı bloğu inceledim önce gerçi bütün yazıları defalarca okudum ama bu sefer farklı bir gözle baktım.Sonra blog nasıl açılır diye sordum google babaya sağolsun açıklamalarıyla gösterdi.Facebook instagram twitter derken şimdi de bir blog yazarıyım galiba bakalım daha neler göreceğiz.
    
     Az önce burun kıvırdığım küçük ergenime işim düştü gene sayfa düzeni nasıl olacak nasıl paylaşılacak gösterdi sağolsun bu sefer annesinin heyacanına ortak olarak hemde...

       '' İlk yazında benden bahset anne '' dedi.Ne olacağına karar verememiş küçük ergen oğlum benim arkadaş canlısı, gezmeye meraklı ,biraz haşarı ama annesine kıyamayan küçük ergenim yardımların için teşekkür ederim iyi ki varsın.

       Evet oldu galiba..  Artık iki hobimi bir araya getirme vakti geldi.İnternet ve edebiyat..
Hadi bakalım kolay gelsin......................
      
  Yazmak istediğim o kadar şey var ki kafamda, kırk yılda meğer ne kadar çok şey birikmiş şöyle bir gözden geçirdim de bunların neresinden başlasam, sıraya mı koysam yoksa geçmişi bırakıp yaşayacaklarımı mı yazsam bilemedim şimdi.
 Başlamak bitirmenin yarısıdır demiş büyükler... başladık bakalım hadi hayırlısı Allah bana kolaylık sizlere de sabır versin............