7 Haziran 2016 Salı

Gezi yazısı/Kapadokya 1.gün

    Çok sevdiğim ve her ay düzenli görüştüğüm bir arkadaş gurubunun içindeyim  yıllardır.Her sene ülkemizin doğal güzelliklerini gezmek için plan ve program yapıp,gelebilecek olanlarla yıl içinde belirlediğimiz bir tarihte,bir gece iki günlük geziler yapıyoruz. Bu sene de Kapadokya'ya gitmeye kararlaştırdık.Grup liderimiz Emine abla, nerede kalacağımızdan ne yiyeceğimize,nereyi gezeceğimizden ne kadar harcayacağımıza kadar bizi bilgilendirip,gerekli ayarlamaları altı önceden yapmıştı sağolsun.Bize sadece seyahat gününü beklemek kalmıştı.
     Hiç gelmeyecek sandığım,heyecan içinde beklediğim altı ay sonunda gelmişti.Sabah beşte havaalanında buluşmak üzere vatzap gurubundan haberleşilmişti.Her şeyi düşünen gurup liderimiz kısıtlı vaktimizi de düşünmüştü ve bavul sırası beklememek için sadece el bagajı yapmamızı istemişti.Bir gece kalacaktık ne kadar eşyaya ihtiyacımız olacaktı ki,
       Bir saatlik uçuşun ardından Kayseri havaalanına varmıştık.Bizi otele götürecek olan tabiii gurup liderimiz tarafında önceden ayarlanmış servis aracımıza binip Kayseri'den bir saatlik mesafede olan Göreme'deki otelimize vardık.



     Harman Cave Hotel Osmanlı ve Yunan tarzında, taşların arasında inşa edilmiş butik bir oteldi.Kapıda karşılayan güzel yüzlü personeller bize odalarımızı gösterdikten sonra,bavullarımızı bıraktık.Bize gezi boyunca eşlik edecek rehberimiz de gelince geziye başladık.
      İlk durağımız peribacaları idi.Rehberimiz Selim beyin anlattığına göre,Türkiye'nin sönmüş yanardağları olan Erciyes ve Hasan dağının elli milyon yıl önce patlaması sonucunda Kapadokya bölgesinde 200 metre kül ve 90 metre lav tabakası oluşmuş.Daha sonra büyük depremler sonucunca Kapadokya bölgesi tamamen sular altında kalmış.Suların çekilmesi ve zamanın o acımasız aşındırıcı etkisi ile yumuşak olan kül tabakası zarar görmüş ve aşınmaya başlamış,daha sert olan lav tabakası zamana karşı direnmiş ve kül tabakasının üzerinde şapka gibi kalmış.Böylece dünyada eşi benzeri olmayan o muhteşem doğal güzellikler oluşmuş.Bölgedeki insanlar bu oluşumu yapanların periler olduğuna inanmışlar ve adını peri bacaları koymuşlar.
     Hayretler içinde gezimiz devam ediyordu.Hayal vadisi denilen alana geldiğimizde neden hayal vadisi dendiğini canlı olarak gösterdi bize Selim Bey.Etrafınıza bakın ve peribacalarının neye benzediklerini hayal edin dedi.Kimi köpeğe, kimi ayıya, kimi gorile o kadar çok benziyordu ki hele bir tanesi sanki gerçek devenin taş olmuş hali gibiydi..Ama bu oluşumlar yüce yaratıcı sayesinde kendiliğinden oluşmuştu.Aslında peribacalarının elli yılda bir santimetre aşınma hızı vardır,ama bu doğal deve heykelini görüp fotoğraf çektirmek isteyen ziyaretçilerin yoğun ilgisi nedeniyle zamanından önce aşınmasını önlemek amacıyla devlet tarafından koruma altına alınmıştı..O kadar alanı kaplayan yüzlerce metre yükseklikteki lav ve kül tabakasını oluşturan o patlamanın şiddetini gözümde canlandırdığımda tüylerim diken diken oldu.Allah'ın büyüklüğüne bir kez daha şahit oldum.Bölgede medeniyetlerini kuran Hititler,her tarafı taşlaşmış kayalarla oluşan bu bölgede bir şekilde hayatta kalmayı başarmışlar.Bölge tamamen taş ve kayalarla kaplı olduğu için elleriyle kayaları kazarak içlerine evlerini inşa etmişler.Bölgedeki kayalar aslında çok yumuşak bir yapıya sahip ama havayla temasa geçtiğinde sertleşiyor,.İnsanlar da taşların bu özelliğini kullanarak evlerini rahatlıkla kayalar içine oyup,binlerce yıllık medeniyetlerinin izlerini günümüze kadar ulaştırmışlar.
      İkinci durağımız göreme açık hava müzesiydi.Müze kartlarımızı temin ettikten sonra rehber eşliğinde geziye başladık.Burada Hitit dönemindeki insanların evlerinin içlerini,kiliselerini,ahırlarını ziyaret ettik.Dönemin insanları bölge şartlarına öyle güzel uyum sağlamışlar ki şu zamanda,şu teknoloji ile bizim yapamayacağımız işleri,onlar taşları elleriyle oyarak yapmışlar.
   Kilise ziyaretimizde rahiplerin ölülerini gördük,toprağa gömmeyip cam bir mezarda muhafaza ediliyordu ve kemikler açıktaydı.
    Yemekhane bölümünde,odanın zeminine oyularak inşa edilmiş upuzun taş bir masa ve gene oyularak inşa edilmiş sıra şeklinde sandalye olarak kullandıklarını tahmin ettiğimiz yapılar vardı.
     Mutfak bölümünün ortasında tandır ve ateş yakmak için kullandıkları kuyu şeklinde bir oyuk vardı.Buranın mutfak bölümü olduğunu ateş yakıldığında tavanda oluşan siyah kömür izinden anlıyorduk..Ayrıca duvar içlerine tabak ve çanaklarını koymak için küçük küçük nişler oymuşlardı.
     Erzak depoları yapının en serin yerindeydi.Ahır bölümü girişe yakındı.Hayvan dışkılarını yakacak olarak kullanıyorlardı.
     Müzenin en görkemli ve büyük alanları kilise için ayrılmıştı.Daha yüksek ve geniş bölümlerden oluşuyordu.O dönemin insanları okuma bilmediğinden incili anlamanın tek yolu resimlere bakmaktı bunun için duvarlara Hristiyanlığı ve Hz.İsa'yı anlatan resimler yapmışlardı.Bu resimlere frensk deniliyordu ve yaş alçı üzerine kök boyalarıyla taş duvarlara çizilmişti.Bin yıllık tarihi olan bu resimler günümüze gelene kadar tahrip olmuştu.Osmanlı döneminde insan suretinin günah sayıldığı zamanlarda tahrip edildiği tahmin ediliyordu çünkü bütün resimleri yüzleri ve gözleri oyulmuştu.
     Üçüncü durağımız bir çömlek yapımı atölyesiydi.Bölgenin tek geçim kaynağı çömlekçilikti.Bu çömlekler günümüzde artık elektirikli tezgahlarla yapılıyor.Ama ziyaretçiler için göstermelik tezgahlar bulunuyordu.Biz de bu tezgahlardan birine misafir olduk.O çamurun dönerek sanki dans eder gibi ahenk içerisinde ustanın istediği eşyalara dönüşünü hayretle izledik.Hatta ben deneme şansı bile buldum ama hiçte öyle göründüğü gibi kolay değilmiş.Babadan oğula,ustadan çırağa geçen bu zanaat inşallah unutulmaz yıllar boyunca sürüp gider.
      Artık yorulmuştuk üstelik acıkmıştık.Madem çömlek diyarındayız Eee çömlek kebabı yemeden olmaz tabiii.İntenetten en güzel çömlek kebabı yapan lokantadan yer ayırttıktan sonra kısa bir dinlenme molası için otelimize geri döndük.
      Yemek için Ürgüp'te yer ayırttığımız Şömine restorana gittik.Masalarımız lokantanın bahçesinde hazırlanmıştı.Önce mercimek çorbası geldi fakat değişik hoş bir tadı vardı.Garsondan öğrendiğimize göre içine zencefil katılmıştı  ve bu çorbaya çok hoş bir aroma vermişti.Eve dönünce yapacağım ilk mercimek çorbasına zencefil eklemeye karar verdim.Nihayet beklediğimiz çömlek kebabımız servis için hazırdı.Sadece hava almasın ve pişerken lezzeti kaybolmasın diye çömleklerin ağzına kapatılan hamurlu kısmı sert bir bıçak darbesiyle açıp kırmak kalmıştı.Lokanta çalışanları bunu bir şova dönüştürmüşlerdi ve misafirlerden bu işi yapmalarını istiyorlardı.Tabi gene ben gönüllü oldum ve tek darbeyle çömleği kırıp o leziz yemeği tattım.

 Yemeklerimizi de yemiştik artık dinlenmeye ihtiyacımız vardı.Yarın sabah gün doğmadan önce kalkıp balon turu yapacaktık.Bunun için erkenden yatmamız gerekiyordu.Ama ben heyecandan uyuyabilecek miydim bilmiyordum.
     Balon seyahatimizi ve gezimizin devamını diğer yazıda okuyabilirsiniz.Şimdilik hoşçakalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder