6 Mayıs 2018 Pazar

BEYAZ EV


    Çocukluğumun yaz tatilleri köyde geçerdi.İstanbul'dan gelen kuzenlerimle vakit geçirmeyi severim.Evin bahçesinde çayırlarda kaplı kocaman meyilli alanın başından yuvarlanarak aşağılara kaymak çok eğenceliydi.
   Yüksek gövdeli,iri yapraklı ağacın altı benim evim olurdu.Ahşaptan oyuncak tabakların içine mısır püskülünden spagetti yapar misafirliğe gelen hayali arkadaşlarıma ikram ederdim.
   Evin arka tarafındaki meraya dedemin ineklerini otlatmaya götürürdüm.Geniş merada bulduğum irili ufaklı  taşları iki oda bir salon evmiş gibi yanyana dizip,içini bölmelere ayırırdım.Sonra içine girip evcilik oynardım.Sıcak havadan taşlaşmış toprakları suyla ıslatıp çamur haline getirir,sonra onlara şekil verip evimin eşyalarına dönüştürürdüm._oyun hamuru vardı da biz mi oynamadık_
    Müzik aletleri dükkanı sahibi olan dayım küçük sarı bir trampet getirmişti.Galiba çok istemiştim ki annem dayıma sipariş etmişti.Boş arazide boynuma aşıp dilediğimce ses çıkartıyordum ve gürültü ettiğim için kimse kızmıyorum.
   Komşu kızı olan arkadaşımla dikenleri kopartıp kolunda batırıp kan akıtır sonra da o kanları birbirine sürerek kankardeşi olurduk.Hastalık bulaşırmış kimin umrundaydı.
   Gündüzler işte böyle geçiyordu.Ama o geceler yok mu o geceler bir türlü geçmek bilmiyordu.Elektirik yoktu köyde o zamanlar,gaz lambalarıyla idare edilirdi.İsten kararmış lamba camları gündüzden bir güzel parlatılır akşama hazır edilirdi.Bir iki saat sonra eski haline gelirdi.
  Üçgen şeklindeki içi gazyağı ile dolu,ucu fitilli,sadece işaret parmağının girebileceği büyüklükteki,kulplu kandille tuvalete giderdik.Evimiz eskiydi ama tuvaletimiz içerdeydi.
    Aslında geceleri eğlenceli kılan pek çok sebep vardı;biz elektrik olmadığı için değil de televizyon olmadığı için sıkılırdık.
   Sonraki yıllarda elektiri geldi köye,dün gibi hatırlıyorum o günü; devasa boydaki ahşap makaralar sarılı,bakır tellerin direklere gerilişini büyük bir heyecan ve sevinçle seyretmiştim.
   Elektrik gelmişti köye ama hala televizyonumuz yoktu.Sadece yazları gelindiği için alınmamıştı.Dedemlerde pek ihtiyaç duymuyorlardı zaten.Ama karşı mahalledeki beyaz evde varmış diye duymuştuk.
   Dedemin evinin arka odasındaki aşağıdan yukarıya açılan ve kafamıza düşmesin diye kenarından küçük bir aparatla tutturulmuş penceresinden bakınca o beyaz ev, çok güzel ve ihtişamlı görünürdü.Zengin insanlar galiba evlerinde televizyon var diye düşünürdük.
  Canım televizyon seyretmek istediğimde"anneeeeeeee beyaz eve gidelimmmmm"diye ağlardım.
   Hiç bir zaman o beyaz eve televizyon seyretmeye gidemedim ama,geçen gün o evin bahçesinden çocukluğumu seyrettim.
  Şimdiki çocuklar mı şanslı yoksa biz mi şanslıydık diye düşünürüm hep. Elektronik eşyalarımız,ceo  telefonlarımız yoktu belki ama doya doya yaşadığımız bir çocukluğumuz vardı.

24 Aralık 2017 Pazar

ÖYKÜ/Evdeki ağaç

Hava kararmıştı.Geç vakitte eve dönüyorlardı.Soğuktu hafifte kar atıştırıyordu.
  Offf!!! Zehra neden tutturmuştu sanki okul çıkışı arkadaşında kalmak için,daha yarın için yemek yapacaktı,yıkanacak bir yığın çamaşır vardı.Ekstra zaman harcamıştı Zehra’yı almak için.
   Zehra annesinin bu düşüncelerinden habersiz aklı arkadaşı Oya’nın evinde gördüğünde kalmıştı.Işıl ışıldı yanar dönerli ışıkla süslenmişti.Değişik değişik süsler takmışlardı üstüne,hele tepesindeki yıldız göz kamaştırıyordu.Zehra’nın hayran hayran bakışını gören Oya “sen hiç çam ağacı görmedin mi”dedi.”Gördüm” dedi Zehra mahçup mahçup “Gördüm de evde ışıklısını görmedim”dedi.
    Hele o altında ki hediye kutularına imrenmişti.Hayatında kimse ona böyle süslü paketli hediye almamıştı.Çünkü çok paraları yoktu.Annesi de babası da geç vakite kadar çalışmak zorundaydılar ve kazandıkları ancak evin masraflarına yetiyordu.
    “Hadi Zehra hızlı yürü kızım biraz”annesinin bu sözüyle kendine geldi Zehra,bir an kendini Oya’nın yerine koymuştu.Evin kızı sanki Oya değil de kendisiydi.
   Sonra kendi evini ve ailesini düşündü ve onları ne çok sevdiğini hatırladı.Varsın evlerinde altında süslü hediye paketleri olan ışıklı çam ağacı olmasındı,annesinden alacağı bir öpücük hepsine bedeldi.
     Sevindi Zehra çünkü onu  çok seven bir ailesi vardı....İçi huzurla dolu adımlarını hızlandırdı.....


24Aralık 2017

Ümran Gerçeker

9 Eylül 2017 Cumartesi

Okul ayı eylül

 Eylül ayı gelince kırtasiye kuyrukları geliyor aklıma;Yıllar boyu okulların markalarına kadar vermiş olduğu listelerin dışına çıkarsak sanki çocuğumuz sınıfta kalacak korkusuyla son noktasına kadar  tüm listeyi tamamlamadan bitirilmeyen kırtasiye alışverişleri.
   Tüm yaz boyunca giyilmeyen okul üniformalarının,okul açılmasına bir hafta kala deneyince  paçaların kısaldığını fark ettiğimiz de yaşadığımız tatlı heyecan,
   Servise gelen zamlar,değişen şoför ve güzergahlara alışma süreci.
Yaz boyunca çocukların evde olmasından dolayı bozulan ev düzeninin tekrar rutine girmesiyle gelen rahatlık...
  Kaplanacak onca defter ve bir o kadar da kitap.....Eylül ayını diğer aylardan ayıran ritüeller işte bunlar.

     Yılar önceki okul hayatımın son günü geldi aklıma..Liseden mezun olduğum için hem gururlu hem de hüzünlüydüm😔Pek başarılı bir öğrenci olmamama rağmen severdim ben okul hayatını.Okula gitmek bazı öğrencilere zor gelse de ben zevkle giderdim.Öyle şimdikiler gibi de rahat değildi bizim zamanımızda okula gitmek,servis felan yoktu maddi durum olmadığı için değil,servis diye bişe olmadığı içindi.Çünkü evin yakınında ki okula giderdik.Zaten küçük şehirde okullar evden uzakta bile olsa yürüme mesafesi uzardı sadece.Karda,çamurda,soğukta hep yürürdük, hatta arkadaşlarla sohbeti bölmemek için yolu uzattığımız bile olurdu.Hele bir de öğretmenimiz bize eşlik ediyorsa havamız değişiyor ,burnumuz kaf dağına felan çıkıyordu.
   Seviyordum okul hayatımı dedim ya...bitmişti işte son gündü bugün.Ne olacaktı bundan sonra üniversiteyi de kazanamamıştım.Böyle boşlukta hissedeceğimi bilseydim daha çok çalışırdım.Neden çalışmamıştım ki yeteri kadar.İşte bunlar geçiyordu aklımdan son gün. Sivil hayatımın ilk eylül ayı pencereden sırtında yepyeni okul çantalarıyla okullarına giden çocukların arkalarından bakakaldığımı hatırlıyorum.Ne yani büyümüş müydüm ben şimdi🤔Liseyi bitirmiş koca kız mı olmuştum.İyi de neden ben büyükmüş gibi hissetmiyorum.Yaşıtlarımdan küçük yaşta okula başladığım için herhalde diyordum,kendimi teselli ediyordum.
   İşte bu okul sevdam yüzünden,ablam okula giderken peşinden ağlardım.Daha altı yaşımı bile doldurmamıştım.Ailemin yanındaki okul yaşımın küçüklüğü nedeniyle kayıt yapmıyordu. Ben okula gidiceeem diye tutturunca şehir dışında ki halamların yanına,tanıdık öğretmende,kayıtsız olarak başlamıştım ilkokula.Annemler başka şehirde ben başka şehirdeydim.Ailemden uzaktaydım ama okulda olduğum için mutluydum.Kayıtsız olduğum için öğretmenim soranlara yedi yaşımdayım de tamam mı diye tembihlerdi beni.Bir dönem böyle geçti ikinci dönem kayıt yapıldı ama nasıl yapıldı hatırlayamıyorum.Nakil yoluyla diye düşünüyorum çünkü okulum da değişmişti.Kendi önlüğüm  daha alınmadığı için emanet önlükle vesikalık  resim çekinmiştim.Aahhh bu okul aşkı keşke üniversite aşkına dönüşseydi.....
     Severdim işte kitap kaplamaları bu yüzden zahmet gelmezdi bana.Hepsini özenle hem de iki çocuğun onlarca kitap ve defterlerini  yardım almadan zevkle kaplardım.Çocuklarla beraber hergün okula gitmek,onları okula götürmek,dersleriyle ilgilenmek ve bunları zevkle yapmak  hem bu okul sevgim yüzündendi.
   Her güzel şey bir gün bitermiş ya.....Benimkilerin bittiği yetmiyormuş gibi çocuklarımda  içinde okul bulunan eylül ayları bitti......Anılar kaldı geride.
       Ve eylül  ayı artık sıradan bir aya dönüştü.Torunlara kadar da öyle kalacak gibi....




26 Ağustos 2017 Cumartesi

Bugün benim Doğum günüm

Bugün benim doğum günüm....Geçmişe dönüp baktığımda geride bıraktığım kocaman kocaman yıllarım var benim.....
  Hiçbir zaman keşke demediğim iyi ki yaşanmışlıklarım var....
   Gözyaşlarıyla umutsuzluğa düştüğümde elimden tutan dostlarım var....
  Bir fotoğraf karesinde gülümseyerek hatırlanacağım güzel arkadaşlıklarım var....
   Kalp kırıklıklarım da var benim,can acımalarım da,doğumun mucizesine tanık olup ölümün acısıyla sınandığım zamanlarım da......
   Başkalarının dertlerini dert edinip onlara çözüm bulmaya çabaladığım yıllarım var...
   Okuyarak,gezerek,seyrederek öğrendiklerim var.....
  Zamanla yarışmayı bırakıp,zamanla yaşamayı öğrendiğimde kendimi ararken kaybolduğum,bulduğumda büyüdüğüm,büyüdüğümde olgunlaştığım yıllarım var....
    Sisler içindeki çocukluğum,asi ergenliğim,ayaklarımın havada olduğu gençlik yıllarım var.....
   Teşekkürlerim var hayatta......
Beni dünyaya getiren anne ve babam için,
Hayatta yalnız olmadığımı hissettiren kardeşlerim için,
Hayatın zorluklarını birlikte omuzladığım eşim için,
Veeee Yaradan'ın avuçlarıma emanet olarak bıraktığı evlatlarım için....
 Bugün bir yanım sevinç bir yanım hüzün.Çok değil 44 yıl olmuş hayata "Merhaba"diyeli,bundan sonrası,bundan öncesini aratmasın diliyorum ve kendi kendime"İyi ki doğmuşum beee,herşeye rağmen hayat çok güzel"diyorum.Ve bir şarkı armağan edip kendime günün tadını çıkarmaya gidiyorum.
   26/08/2017 İSTANBUL

    

15 Ağustos 2017 Salı

Gezi yazısı:KUZGUNCUK

     Yaklaşık bir buçuk yıldır yazmadım buradan.Çocuklar okullarını kazanıp kendi evlerine yerleşince bende yapamadıklarımı yapayım dedim.
     Yıllardır uyuyamadığım sabah uykularımı uyudum mesela  hem de abartarak,çok sevdiğim hobim olan yağlıboya resim kursuna devam ettim,okuyamadığım kitaplarımı okudum,bıkana kadar örgü ördüm ama hiç yazmak istemedim.Konu sıkıntısı çektiğimden  midir?Günlerimin monoton geçtiğinden mi?Yoksa ilhamın bana küstüğnden mi?Bilemedim.Taa ki bugüne kadar....
     Kuzguncuk çekti canım bugün.Akşama yemek yokmuş,yıkanacak çamaşırlar ,ütülenecek giysiler varmış kimin umurunda..."Anne yeaağğ köpeğin resmini çekip ne yapacaksın,yeter artık çektiklerin"diyenlerim olmadan ,yorulan arkadaşlarımı,mızmızlanan insanları bırakıp sadece telefonumu(fotoğraf çekmek için gerekli çünkü makine alamadım henüz),kitabımı bir de yalnızlığımı alıp içimdeki saatin alarmını susturup saat 11.15 deki sitenin servisine bindim.Oradan da 15 numaralı ilk otobüse bindim.Otobüsün nereye gittiğinin bir önemi yoktu benim için Kuzguncuk'tan geçiyor olması yeterliydi.
    Garip bir heyecan vardı içimde aslında bilmediğim bir yer değildi Kuzguncuk ama benim niyetim bilmediğim sokaklarına dalıp değişik mekanlar keşfetmekti.Daha
önce kardeşimin oturduğu sokaktan bir sokak önce indim otobüsten;Merdivenler karşıladı beni ilk sokakta,zaten meşhurdur Kuzguncuk'un merdivenli sokakları,birer birer sayarak çıktım basamakları tam 170 basamak saydım.Kafamı çevirip baktığımdaysa o eşsiz manzarayla karşılaştım.İki tarafta tek katlı evlerin sıralandığı ortasında 170 basamaklı merdiven bulunan sokağın başından baktığımda Boğaziçi köprüsü(yeni adıyla 15 Temmuz şehitler köprüsü)tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu
.Muhteşemdi nice şairlere nice ressamlara ilham  kaynağı olmuştu işte bu yüzden Kuzguncuk.

    Hayran hayran yürürken tanıdık semtteki yabancı sokaklarda ileride sıralanmış asılı saksılar gördüm.İlgimi çekmişti.Girmek için yöneldiğim sokaktan yönümü değiştirip saksılara doğru yürüdüm

.Nur'un gemisi adında otantik bir cafeydi burası,tahta masa ve sandalyelerin hakim olduğu kafede el yapımı ya da hazır boyama taşlar,kokulu minik sabunlar,değişik eski objelerin durduğu ahşaptan gelişi güzel yapılmış bir tezgah vardı.
Köşede sallanan bambu koltuk ve gene bambu masa kafeyi ikiye ayırmıştı sanki.Dayanamayıp oturdum ve sade bir kahve söyledim kendime
kafenin tek çalışanı olan yabancı uyruklu Türkçe bilmeyen bayan getirdi kahvemi,kahvemi içerken etrafı iyice inceliyor kafenin değişik yerlerine gelişigüzel asılmış objelere bakıyordum.Hesabı ödemek için tezgaha yaklaştım tezgahın sağ tarafında eski köy evlerindeki gibi tahtadan gelişigüzel yapılmış raflarda el yapımı turşular sergilenmişti.Kafenin sahibi de kadındı ve yabancı uyruklu çalışanıyla İngilizce birşeyler konuşuyorlardı,hesabı ödeyip böyle güzel bir kafe çalıştırdığı için teşekkür edip çıktım.
    Sahile doğru yürürken yeniliğe meydan okurcasına dimdik duran eski  evleri inceledim.




.Kimbilir kimler oturmuş,nasıl hayatlar yaşanmıştı o evlerde.Sahile geldiğimde Boğaz'ın temiz havasını çektim içime banklara oturup balık tutanları seyrettim,güvercinlere baktım.Temiz havada kitabımı okuyup dinlenmek istedim öyle güzel bir rüzgar vardı ki Ağustos ayında olmamıza rağmen biraz üşüdüm ama yaz sıcaklarında da iyi geldi bu serinlik.



    Üsküdar'dan otobüsle geldiğim Kuzguncuk'tan bu sefer yürüyerek dönmeye karar verdim.Fethi Paşa korusuna uğradım, ağaçları,çiçekleri,kuşları seyrettim buradan da....
    Eski Tekel deposunu gördüm sonra yıkık harabe şeklinde ama hala ihtişamından birşey kaybetmemiş bir şekilde caddede tüm  heybetiyle selamlıyordu yoldan geçenleri.Sanki kimler  geldi kimler geçti  buralardan der gibiydi,yorgun ama dimdik ayakta.
Araç kullanmadan uzun uzun yürüyüşler yaptım.Yoruldum mu?Evet ama bütün yorgunluğuma değecek bir gün geçirdim.
   Kuzguncuk bir güne sığmaz tabiii ama bugünlük bu kadar belki tekrar gideriz.




















































17 Haziran 2016 Cuma

Son karne günü

 
   Çocukların doğduğu gün hayatımızda yeni dönemlerin başlangıcıdır aslında.İki kişilik hayatımız büyümeye başlamış ve artık çocuklu aile dönemine girilmiştir.Çocuklar büyüdükçe arkadaş çevremiz gelişir ve onun annesi,onun babası dönemine girmişizdir farkında olmadan.Sonra okul dönemi başlar ki bu uzun soluklu bir dönemdir ve hiç bitmicek sanılır.
   Benim için de hiç bitmicek dediğim okul dönemi tam 13 yıl önce başladı.Sayısız okul günlerimiz oldu kah güldük ,kah ağladık.Veli toplantıları hep bir merak ve heyecan içinde geçti.Pazar akşamları ayrı bir telaş yaşandı bizim evde,banyolar yapıldı,üniformalar ütülendi.Sabahları'' yaaa anne beş dakka daha '' nidaları yükseldi evde.Servise geç kalma korkusu yaşandı hep.Karne günleri önemli günler fihristimizde yer aldı uzun süre, karneyle beraber takdir ya da teşekkür belgelerinin yolu gözlendi.
    Ta kiii.....bu  güne kadar.Bugün oğlum karne almaya gittiğinde bir hüzün doldu içime.Bu son karne günümüzdü.Artık veli toplantılarına gitmeyeceğim.Pazar akşamları üniforma ütülemek zorunda kalmayacağım.Takdir ve teşekkür gelmeyecek artık eve,sabahları servise yetişme telaşı olmayacak artık.
   Ama bunlar hayatın tadı tuzuymuş aslında,Yaşamın gayesiymiş,Monoton gibi görünen hayatımızın gizli aktiviteleriymiş, 13 yıl boyunca monoton dediğim hayatım aslında eğlenceli ve dopdoluymuş.
    Her son yeni bir başlangıçtır aslında.Şimdi ne olacak yerini ne dolduracak? Bilmiyorum ama,Pek bi hüzünlüyüm bugün.Son karnemiz ve son takdir belgemiz,inşallah yerini başka mutluluklara ve güzelliklere bırakır.

9 Haziran 2016 Perşembe

Gezi yazısı/Kapadokya 2.gün

  Balon seyahatinin güzelliğinden mest olmuş haldeydik..Yorgunduk ama mutluyduk.Otelin leziz ve bol çeşitli kahvaltısını yaparken bir yandan da tura katılmayan arkadaşlara neler kaçırdıklarını ballandıra ballandıra anlatıyorduk.
   Saat onda otel lobisinde buluşup gezimizin ikinci gününe kaldığımız yerden devam etmek üzere Selim beyle sözleşmiştik.Kahvaltıdan sonra oda anahtarlarımızı resepsiyona teslim edip bu güzel otelde ağırlanmaktan duyduğumuz mutluluğu ve teşekkürlerimizi görevli personele ilettikten sonra Selim beyi beklemeye başladık.
     Rehberimiz Selim bey tam vaktinde gelmişti.Servis otobüsüne binip ilk durağımız olan ıhlara vadisine doğru yola koyulduk.
    Ihlara vadisi Göreme'den yaklaşık 1 saat 15 dakikalık mesafedeydi.Yol boyunca Selim Bey Geziyle ilgili bir şeyler anlattı ama ben erken kalktığımdan uyuya kaldım ve hiç bir şey anlamadım. Allah'tan konuşmayı ve tekrar etmeyi seven bir adamdı da kaçırdıklarımı gezi sırasında tekrar anlatınca öğrenme fırsatı buldum.
   Müze kartlarımızla giriş yaptığımız,Hasan dağının püskürtmesi sonucunda oluşan Ihlara Vadisi,Melendiz çayının milyonlarca yıllık bir aşındırma sonucunda yaklaşık 14 km. uzunluğunda ve yüksekliği yer yer 110 metreyi bulan Dünyada eşi bulunmayan bir vadi halini almış.
    14 km.lik vadinin sadece 7 km sini gezme şansımız oldu.Kuş seslerine akarsuyun ve kurbağaların o rahatlatıcı sesi de eklenince tüm stresimiz ve yorgunluğumuz kayboldu.Tam da yer yarılmış içine girmiş deyimine uyan bir yerdeydik.Yüce Yaratan ,dağların arasını oyup ortasına akarsu yerleştirmişti sanki .Dağa benzeyen dev kayalar milyonlarca yıl önce oluşan lav ve kül tabakasıydı.Büyük depremler sonucunda Hasan dağından kopan kayalar da  onlara eşlik ediyordu.Kayaların arasında şırıldıyan Melendiz çayının tanecikleri,hafif esen rüzgar sayesinde yüzümüze çarpıp,yürürken bize serinlik sağlıyordu.Ağaçların arasında dolaşan kuşlar ise şarkılarıyla bize hoş geldiniz diyorlardı.Cennet gibi bir yerdi burası.Bir saatten fazla yürüdük,merdivenlerden indik,çıktık,köprüden geçtik ama hiç yorgunluk hissetmedik.Taa ki..akarsu üzerinde tahtalardan yapılmış,kilim desenli kırlentlerle döşenmiş,dinlenme çardaklarını görünceye kadar.Yorgunluğumuza demli bir çay iyi gelecekti.
   Selim Bey, dinlenmemiz için on dakika süre vermişti.bu manzaranın ve çayın keyfini on dakikada çıkaramayacağımızı O da biliyordu.Yaklaşık yarım saat dinlenmeden sonra vadide bulunan yerleşim yerlerini ve kiliseleri gezmeye başladık.Buradaki kiliseler ve evler aynı Göreme açık hava müzesindekiler gibiydi.Frenksler burada da kilise duvarlarını süslüyordu ve buradaki resimlerin de yüz ve gözleri oyulmuştu.Masa ve sandalyeler taştan zemine oyulmuştu.Buradaki mutfakta da tandır kuyusu bulunuyordu.Ayrıca burada diğerlerinden farklı olarak daha büyük kilise ve öğrencilerin yetiştirildiği okul olarak kullandıkları tahmin edilen yapılar vardı.
     Bu güzellikten artık ayrılmamız gerekiyordu.Vadi çıkışında bizi bekleyen otobüsümüze binip ikinci durağımız olan yeraltı şehrini gezmek için yola koyulduk.
    II.yüzyılda yaşayan Hıristiyanlar Romalıların zulmünden kaçmak için Derinkuyu yeraltı şehrini inşa etmişler.Yeraltı şehrini uzun yıllar dışarı çıkılmayacak şekilde tasarlamışlar.Şaraphaneden tuvaletlere,havalandırma bacalarından manastırlara,su kuyularından toplantı odalarına kadar en ince ayrıntıları düşünmüşler ve kayaları elleriyle oyarak yeraltı şehirlerini tam 300 yılda tamamlamışlar.800 yıl süren medeniyetlerini yer altında Romalılardan kaçarak yaşamışlar.
   Sadece bir insanın geçebileceği genişliğindeki tünellerle şehirlerini birbirine bağlamışlar.Tünellerin giriş çıkışlarına güvenlik nedeniyle taş silindirler yerleştirmişler.Bu silindirler yedi kişinin döndürdüğü bir mekanizma sayesinde açılıp kapanıyormuş.
     Selim Beyin anlattığına göre,insanlar Romalılardan kaçıp yer altında yaşamaya karar verdiklerinde bütün her şeylerini,hayvanlarını bile yer altına indirmeye karar vermişler.Yanlız atları indirememişler ve dışarıda bırakmak zorunda kalmışlar.Bölgeye gelen Romalılar terkedilmiş atları görünce ganimet olarak kabullenmişler.Buraya güzel atlar diyarı anlamına gelen Katpatuka adını vermişler ve zamanla bölgenin adı Kapadokya olmuş.
    Yeraltı müzesinden dışarı çıktığımızda,o insanların nasıl yer altında yaşadıklarını hayal etmeye çalışıyordum.Hiç güneş yüzü görmeden,ölüm korkusuyla,ama o döneme göre lüks içinde tüm ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladığı 800 yıl süren bir medeniyet, dile kolay......
      Artık akşam oluyordu.Kayseri'ye gitmemiz gerekiyordu.Rehberimizle vedalaşıp Kayseri'ye doğru yola çıktık.Akşam yemeği için Kayseri'de meşhur olan Develi cıvıklısı denilen pide tarzında bir yiyecekte karar kıldık.İncecik açılan pide hamurunun içinde satır kıymasından bir içle hazırlanan cıvıklı adının geldiği hafif ıslaklığın ne olduğunu bulamadığım nefis bir yiyecekti
       Kayseri'ye gelmişken pastırma ve sucuk almadan gitmek olmaz diyerek son olarak sucuk ve pastırma çeşitlerinin bol olduğu bir mağazadan yaptığımız alışverişle gezimizi tamamlamış olduk.
       Yarım saatlik rötarın ardından uçağımız İstanbul'a vardığında,üzerimde yirmi dört saatlik bir uykusuzluk ve iki günün yorgunluğu vardı ama mutluydum.....